20 Mayıs 2010 Perşembe

lost biterken

Lost bitiyor ulan Lost, bitmeden iki çift laf edeyim de bittikten sonra ne desek boş zaten. Geçen haftaki bölüme ağız dolusu küfür edenler, finalden sonra gözlerinde tomurcuk yaşlarla Lost'un badem gözlerini anlatacaklar boy boy. Ben anlamsız konuşmamı yapayım da sonra uğurlarız Lost'u. Hem de girizgah olur. Bunu sana borçluyum Lost.

İçimde kalmasın aman yazayım dediğim bütün tırrık yorumları buraya dökmek niyetindeydim ama şu an düşününce aklıma tek gelen "Jack'len Kate çok tatlı yeaa" oluyor. Kate'e son sezon bayağı bi kıl oldum, gereksiz hareketleri, her boka burnunu sokması, kendini hababam atraksiyona koşması filan sinirime dokundu ama Jack'le Kate'siz bir Lost olamazdı. Gerçi gerenksiz kahramanlıkları, denyo hareketleri ile Jack de en hayranı olduğum karakter değil ama bi şekilde seviyorum ipneyi. Hani böyle günahıyla sevabıyla bizden biri, adeta bir bakkal amca, Susam Sokağı'ndaki bir Hakan Abi gibi. (memeleri sütlaç gibi olan bir bakkal amcayla ne tarz bir erotizm yaşanabilir, komik olmayın lütfen) İlk sezonlardaki badak halleri, "i had her, and i lost her" Kate'e olan umutsuz aşkı ile de bir gönül adamı Jack; sorumluluk sahibi, hafif duygusal, yer yer ağlak, yufka yürek. Aynı zamanda ıssız adada adam gütme, others kabilesine içten sızma, adanın götünde bomba patlatma gibi süper kahramansal atraksiyonlar icra etmiş, özgeçmişini dantel gibi işlemiş bir güzel insan. Jack'siz bir Lost neye benzerdi bilemiyorum, iyi ki herifi ikinci bölümde öldürmemişler (youtube'da aktörlerin audition'ları var, Kate'in repliklerinde Jack'in öldüğünü söylüyor). Zira benim için Lost demek biraz da Jack'in küçük emrah gibi/şaşkın/yorgun bakarken 1-2 saniye içinde 32 diş sırıtışa evrilişidir, inanç dünyası çiçekleri gibi açan suratıdır.

Paint kullanarak meydana getirdiğim bu eseri tüm sevdiklerime armağan ediyorum.

Koskoca bir televizyon fenomeni olan Lost'u Jack ile Kate ile anacak değilim ama şimdi gelin itiraf edelim ki Jack-Kate-Sawyer gerilimi olmasa Lost bu kadar tutmaz, tuttuğunu koparmazdı. Gizem filan da bi yere kadar, bütün karakterleri kendi işinde gücünde ve sokakta her gün görülecek tipte olan bi dizinin tuttuğu nerde görülmüş, yalansa yalan de? Yeri geldi haftaya noolucek diye kaşıntılar bastı ama Kate ile Jack murada erince hafif bi rahatlama olmadı değil. Yine de benim en favorita Kate-Jack moment ikinci sezonda. Hani sezon başında bunlar hatch'i bulmuş, 108 dakika nöbeti tutuyorlar, bir yandan da yaptıkları gemide others ile karşılaşan tayfadan Sawyer vurulmuş, bişeyler bişeyler. Ormana kaçan Kate ağlamaklı olduğu sıra Jack'in buna gösterdiği bir şefkat var ki oradan sonra yine de yüz vermeyen Kate'e ne desem az.

Ulan arkadaş, okulun popüler kızlarıyla oğlanlarının ergenlik sivilcesi gibi ilişkilerini ballandıra ballandıra anlatan yancı çirkin kızlar gibi oldum ya. Bunların hayatı yoktur, olacağı da yoktur, varsa yoksa bunlara özenir ama öyle olmayı akıllarından bile geçiremezler ya, o hesap. Kişilik bozukluğu oldum burda ayol.

Neyse, aklıma gelen diğer tırrık Lost olaylarını da bir ara yazarım belki. Ne ara yazacaksam, dizi bitiyor. Bittikten sonra herkes dangoz dangoz teoriler yazacak her yere, aslında öyle olduydu da böyleydi de diye. Lost'un bu kadar popüler olmasının kötü taraflarından biri de, seyrettiğinden habersiz, gerçekten salak bir kitleye de ulaşmış olması. Bu salak kitle diziyi götüne seyrettirip, sonra da olmuş şeyleri hiç görmemiş gibi saçma sorular soruyor, beni benden alıyor. Mesela 6. sezonun alamet-i farikası flash-sideway iken, sezon ortasında Koreli elemanların evli olmadığı flash-sideway'i görüp "ağbe neoldu, bunlar evliydi hani" diyen adamları gözümle görmesem böyle konuşmam. Bu adamın bir de teori üretmesi var, ne bileyim daha hala Nikki ve Paolo'ya ne olduğunu açıklamazlarsa çocuğumu keserim diyen denyolar var.

Bunların yanında teori üretirken tozutup dünyayla bağlantısı kesilen bir güruh da var. Senaristler kendi söylüyor işte, "bizim hayal gücümüz fan'lerin hayal gücüyle yarışamaz bile - you're amazing guys you really are" diye (taam ya devamını ben attım amazing kısmını). Locke karakteri hakkında merak ettiklerimizi belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz, adadaki Others'ın hikayesini çok da iyi bilemeyeceğiz, Charles Widmore, Alvar Hanso, Dharma Initiative hakettiği kadar açıklanmayacak belki ama bu saatten sonra bunları sayıklayarak delirmenin manası yok. Adamların çok da şahane olmayan olaylar üzerine yarattıkları gizem öyle bir büyüdü ki kendileri bile şaşırdılar belki. En baştan "Her şeyin bilimsel bir açıklaması var" deyişleri bile "adada manyetik alan var, çok kuvvetli manyetik çekim olursa zaman yolculuğu mümkün olabilir" tarzı bir sikimsonik bilimselliği kastediyor olabilir. Seyirci de az andaval değil yani, sanki kuantum fiziğini anlatacaklar sana iki sezon diziyle. Hap yapıp kötüne sokacaklar. Dizi işte lan nolcak nolcak amma lafı döndü, eşşeğin ziki olacak afedersin, ne olacak? Ortalama bi dizi finalinden biraz daha şaşırtıcı bitecek, olan bu. Sen olayın tadını çıkarsana. Muhtemelen televizyon tarihinde efsane olacak bir diziyi kendi döneminde seyrediyorsun, buna şahit oluyorsun. Televizyonu, popüler kültürü* küçümseyenlerin umurunda olmasın, benim umurumda. Lost'un ikinci sezonundan sonrasını hafta hafta seyrettim ve her dakikasını sevdim. Üzerinde çok konuşulacak bir şeye şahitlik ettim, dünya üzerindeki bir sürü kişiyle beraber heyecanlandım. Final nasıl olursa olsun dizi güzeldi, kötü bir finalin bile bunu değiştireceğini sanmıyorum.

Gelmiş geçmiş en akl-ı selim sahibi Lost seyircisi triplerimle bezediğim bu yazımı da burada sonlandırıyorum. Finalden sonraki yayına çağırıp madalyamı da takacaklar söz aldım.

*Popüler kültür lafını kullanana sosyal medyayı da yanında veriyorlarmış ama ben nereye sokacağımı bilemedim. Burda dursun şimdilik. Elimde kalacaktı değilse.

13 Mayıs 2010 Perşembe

piratik bilgiler

Aklıma ara sıra geliyor böyle pratik bilgiler, hem kendim unutmayayım, hem laf olsun diye aklıma geldikçe yazayım.

Hazırsanız başlıyorum. Bir. Diyelim ki son derece makyajlıyız ve gün sonu geldi, makyajı çıkarmak icap ettiği halde elimizin altında bu işe uygun bir malzeme bulunmuyor. Arkadaşta kalma olur, umulmadık bir yerde bulunma mecburiyeti olur. İşte bu durumda göz makyajını bir parça pamuk üzerinde el kremi, losyon tarzı bulunması nispeten daha kolay bir malzemeyle çıkarmak mümkün oluyor. Neticede çantalarda ve gidilecek herhangi bir evde, bakkalda şurda burda bulunabilen bir şey. Ulan makyaj temizleyiciyi bulamadık pamuğu nerden bulalım diyenlere ise şöyle yumuşak dokulu kağıt mendil iş görür diye tahmin ediyorum. Üstelik bu kremler genelde yağ bazlı olduğundan waterproof makyajı da bir nebze çıkarır. Her zaman yapılsın diye değil tabii ama suratta makyajla daha uzun saatler geçirmekten daha iyi.

One picture worth a thousand words demişler ama bu resim ile aynı tadı yakalayabildim mi bilemiyorum.

Ten makyajında da çalışır muhtemelen bu, ama cildi yağlı olanlara sıkıntı olur. Onu düz yıkamak daha uygun olabilir.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

türk ünlüsünün internetle imtihanı

Bir merhaba deyip hemen başlıktan üzerinize doğru esen kompleks rüzgarını keserek başlayayım. Türk ünlüsü lafı asla bir "aman bizim ünlüler böyle oluyor işte, ne de olsa Türk ünlüsü" algısı vergisi yergisi içermiyor. Genel olarak dünya çapı ünlüleri, Amerikan selebritileri ve Alman şarkıcılarının ünlülerini yeterince incelemediğimden scope'umu belirtme, territory'mi mark eyleme amacıyla ekledim Türk kısmını. Ben ancak türkiş ünlüleri takip edebiliyorum çünkü, onları da twitter'ım elverdiğince, sabrım yettiğince yapıyorum.

Türk ünlüsünün internetle imtihanı daha en baştan ikiye ayrılıyor. İnternetin kendisiyle münasebetler çoğu zaman orta şekerken, internetteki içeriğin önemli bir bölümünü oluşturan sosyal medya sakinleri ve internet yazar çizerleri ile imtihan daha çetin olabiliyor. İnternetteki mevcut içeriği bile hazmetmekte zorlanan Türk ünlüsünün sosyal medyayı ve o her kafadan bir ses kaosunu, hele ki o çıkan seslerin hoşuna gitmemesi durumunu kabullenmesi çok zaman mümkün değil. Zira ego yaşken eğilir ve ünlü egosu ünlü oluncaya kadar mümkün mertebe tahtaya, taşa bağlamıştır. Yoksa o ışıltılı dünya nasıl üstüne üstüne gelir insanın biliyor musun?

Ünlü adamın internetin kendisiyle münasebetini ilk defa Cem Yılmaz'a televizyonda "internetle aranız nasıl" sorusu sorulurken düşündüm; ben bir Cem Yılmaz olsam, internetle ne derecede muhatap olurdum?

Evvela okuyup bilgi edinmek, haber almak için kullandığımız internet, daha sonraları okuduğumuzu anlayıp cevap verdiğimiz bir mecraya dönüştü. Ulaştığımız içerik daha çeşitlenirken o içeriğe katkıda bulunma imkanlarımız arttı. Kendimizi ifadenin önündeki engeller bir bir kalkmış, kimlikler, kişilikler, fikirler ve her şeyler özgürleşmişti. Sıradan bir insanın düşündüğü, ürettiği herhangi bir şey ile tanımadığı insanlardan oluşan bir kitleye ulaşmasını internet sağlıyordu ve bu da sıradan insan için anasının babasının görmediği (yani bir önceki nesil demek istiyorum, anaya babaya bacıya saygım olmadığından değil) şahane bir imkan demekti.

Bu fikirden hareketle -mesela- Cem Yılmaz, zaten düşündüğü, ürettiği herhangi bir şeyi eski usulden kitle iletişim araçları vasıtasıyla kendisini tanımayan insanlardan oluşan bir topluluğa ulaştırma imkanına sahipken internette daha ne yapabilir diye düşünmekten kendimi alamadım. Bu tarz bir adamın, düz adam gibi sosyal medyalarda forumlarda şurda burda kendini ispat etme derdine düşmesine gerek yoktu. Kimliğini ifşa etmediği sürece, bu işe sıfırdan başlarsa o, internette bir hiçti. Sıradan adam, fikir ve sanat eserleri ile meşhur olma düzleminde zaten bir hiç olduğundan internette hiç olmak ona koymuyordu. Onun yerine, hiç kimliğinden bir şeyler inşa etmeye hevesi ve isteği, hatta azmi vardı. Gerçek hayatta seçme imkanı bulunmayan her türlü olumsuz durumdan azade, tertemiz mis gibi bir kişiliği olması bilakis hoşuna gidiyordu. Şu haliyle de internet, gerçek hayatta her şeyinden memnun olan birisinin yeni bir kimlik inşa etmeye uğraşacağı bir yer değildi.

Bu sebepten internetin sosyal medyalarda sanal kişilik yaratma eylemlerine hizmet etmekten çok daha fazla işe yarar bir icat olduğunu başta ünlüye, sonra düz adama anlatmak günden güne zorlaşıyor.

Ünlü internetten gazete okusun, ünlü internetten alışveriş yapıp ara sıra karikatürlere, komik resimlere baksın. Bunlar da temel vakit geçirtgeçi. Temel olmasının yanında delicesine teknik ve zihinsel donanım gerektiren şeyler değil. Zamanında hepimiz yaptık, belki hala yapıyoruz gelin itiraf edelim. Bunların dışında genel olup biteni, varlığı sadece internet ile mümkün olan yeni fikir ve mecraları, başka başka iş kollarını takip etmek, bunların sunduğu ortamlarda var olabilmek bile ciddi bir emek ve mesai haline geldi. Hemen her türlü içeriğin interaktivite gerektirip ekmeğe denk köfte prensibiyle çalışması, birtakım dimağları zorlar oldu. Bunun neticesinde "ay ben anlamıyorum öyle şeylerden yaa" diyen ünlüler türedi. Günümüzde facebook'taki işleyişe aklı ermeyen, bilgisayarında dns ayarı yapınca "yutuba gireyim derken az daha bilgisayar mehendisi oluyordum"(yavaş ol da saçın başın dağılmasın çokafedersin) buyuran ünlüler mevcut.

chp kadın kolları fahri başkanı sibelalaş da bir ünlü. twitter'ı da var. onu rastgele seçtim desem bana inanır mısınız?

Bunu çok zaman ünlünün ünlü olurken geçtiği taşlı yollarda zihinsel mesaisinin önemli bir bölümünü harcamış olmasına, bizler internetli hayata ayak uydururken onun ışıltılı dünya, beyaz cam, renkli koltuğa uymaya çalışmasına bağlamak mümkün. Çünkü bizler sıcak yatağımızda yatarken çoğu sabaha kadar mesai yaptı, bizler tatildeyken onlar işteydi mesela. Bu yüzden ünlünün kavrayışı, anlayışı ortalama üstü ünsüz insan kadar kıvrak değil, bu bir gerçek. Bir diğer gerçek ise ünlü olmuş çoğu kişinin, onu ünlü eden marifetini akademik hayatla paralel götürmemiş olması. Akademik derken, her oyuncu her şarkıcı doktora sahibi olsun, üniversite bitirmemiş olanı adamdan bile saymayalım değil, normal öğrenim hayatından bahsediyorum. Genel eğitim hayatı genel olarak teklemiş, alternatif yollara sapmış ve o yollarda sebat edip para eder işler çıkarmış insanlar entertainer ve ünlü oluyor, genellikle. Akademik yetersizliği de çok zaman içinde bir ukde kalıyor ve kah sonradan satın alınan bir akademik kariyer, kah akademik kabiliyet içeren/gerektiren her türlü eyleme tepeden bakma şeklinde tezahür ediyor.

Akademik hayatı fena olmayan gazeteci/yazar/araştırıcı takımının ünlüsünün çaresine ise ünlü olmanın getirilerinden biri olan ünlü egosu bakıyor. Bu egonun arkasında duran okumuşluk ancak çokbilmişliğe, tepeden bakmacılığa hizmet edebiliyor. Anlamadığı şeyi beğenmeme hali, internet karşısında küçümseme oluveriyor. İnterneti küçümserken kazara içerik oluşturan insanları da küçümseyen ünlü ise beğenmediği sosyal medyaları ve oluşturdukları internet bulutunu bir anda karşısında bulabiliyor.

okumuş ünlülerimizden cüneyt özdemir, arkasında kitaplarla göz kamaştırıyor.

Ardından ünlü ile internet, ünlü ile sosyal medyalar karşılıklı geliyor. Başka ünlülerin programlarında, televizyonlarında, gazetelerinde ünlü ünlüye dertleşmeler yaralara merhem olsun isteniyor. Zira ünlü, bugüne kadar hiç tanımadığı, bilmediği bir şeyle karşı karşıya. Magazincilerle nasıl mücadele edeceğini yeni yeni öğrenmişken bir de internetler yüzünden ağzından çıkanı tartmak zorunda.

Küçük ünlünün sosyal medya canavarı karşısındaki halini de bir başka zaman yazayım. Yoruldum ya, ünlenmiş kadar oldum. Ünlü olmak çok zormuş gerçekten. Çok empatik oldum bugün.

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails