25 Ekim 2010 Pazartesi

ofis güzeli

Çalışanlardan ezik kesimin ağzını ayıra ayıra baktığı Google, Facebook efendime söyleyeyim Twitter headquarterslarını ve birtakım ofislerini bilirsiniz; oyun konsolları, büyükler için oyuncaklar, süper rahat çalışma ortamları, masajlar, o biçim kafalar, mutlu mutlu casual insanlar... Ara sıra gazeteler internetler düşman çatlatırcasına bu ortamların boy boy fotoğraflarını koyar, "bu ofiste şu serbest" "bu ofiste herkes istediği saatte gelip gidiyor inanılır gibi değil" "yatak yorgan izni bile var" gibi ifadelerle bir çalışan cenneti tasvir ederler. Her gün patronundan/müdüründen önce ofise gelmek ve ondan sonra çıkmak, patron/müdür etraftayken çalışıyormuş gibi yapmakla mükellef çalışan takımı da bunlara bakar bakar ah çeker. Çalıştığı filancakim şirketi, filanca bankası da böyle ofisler yapsa, o da patron/müdür gölgesi olmadan akşama kadar dalga geçse ister. Ulaşmak istemez bu eleman, ayağına getirilsin ister. Patron az yesin, onu rahat ettirsin ister.


Ortam: Google Zurich Kaynak: http://theroxor.com

Fakat aklı başında her insan böyle yatak yorgan izinli, mesai saatinde oyun oynamacalı bir ofis ortamının buralarda "çalışmayacağını" bilir. Bilir de neden çalışmayacağını bilir mi bakalım? Bizim memleket midir bunun sorumlusu, bizim adamlar mı, bizim patronlar mı yoksa sektör müdür? Yoksa müdür müdür müdür?

Sorumluluk almakla hesap vermenin bir tutulduğu topraklarda elbette ki bir çalışandan mesaisinin istediği kadarını çalışmaya, istediği kadarını da dalga geçmeye ayırırken vazife ve mesuliyetini de ihmal etmemek, üzerindeki işleri zamanında teslim etmek ve kimsenin işini aksatmamak çok yüce bir haslet. Sorumluluğun dışardan dürtme değil içerden gelme olarak algılanması, anlaşılması ve çalışanın kendi zamanını kendi yönetmeye yetkin olması şartlarının sağlandığı yerde ofiste oyun da olur, masaj da olur, kakalak da. Halbuki mesainin saat doldurmak, çalışır görünmek, yapıyormuş gibi yapmak, ötekini suçlamak ve patrona/müdüre yanaşmaktan ibaret olduğu yerlerde oyun değil, internet bile tehlikelidir, haram edilmelidir. Çalışmadığı gibi işvereninin fazladan koyduğu her imkanı sömürürcesine kullanan adamın kulağına bir de yastık yorgan izni kaçarsa o şirketin işgücünü yerden toplamak gerekecektir.

Öyle çalışanlar var ki, işyerinde atıştırmalık bisküvi olsa bütün gün karnını onunla doyurur, biriken yemek parasıyla da telekız çağırır. Eğer tek beleş şey tuvalet kağıdıysa, onu da sebepsizce yere serer. Patronundan/müdüründen önce gelip o işyerinden çıkıncaya kadar kapıyı gözleyen, o çıkmadan kıpırdamayan adam, en basitinden, "istediğin saatte gel" sorumluluğu teslim edilir bir adam değildir.

Öte yandan, akıllı ve seviyeli bir adama beş dakika geç geldin, ekranında excel göremedim diye dırdırlanmak da gereksiz bir gerilime sebep olacaktır. Normal şartlarda işiyle meşgul olan adam "öyleyse neden daha fazla çalışayım" diyerek "çalışıyormuş gibi" seviyesine inecektir. Hoşgeldin rekabet.

Facebook ise minimalizmin şeyle harman olduğu yer adeta.

Pixar ortamı minimalizm geleneğini bozmuş fakat mihrap yerinde?

Çalışanlarının çılgın gibi ortamı olsun, rahatlıktan prodüktivite doğsun isteyen işverenler o kadar masrafı yapmadan önce iş görüşmelerinde denyoları, sorumsuzları, beleşçileri ve çokönemliküçükadamları eleyebilirlerse o dallamafree ortamı sağlamak mümkün olabilir. Tabii burada işverenin de önemli kabiliyetlerinin olması gerekir. Kendini cool sanan olmamış reklamcı mizaçlı bir işverenin işe aldığı adamlarla en iyi ihtimalle dengesiz bir ortam olur. Sonrası asap bozukluğu, sonrası hüsran.

Şu halde, hayalleri süsleyen cool iş ortamına ulaşmak iki oyun konsolu alıp bir odayı gym'e çevirmekle değil amaca uygun adam seçmekle mümkün olabiliyor ancak. O da iş ilanlarına "sorumluluk sahibi" yazmaktan daha büyük performans gerektirebiliyor. Zor yoldan yani. Maalesef.

12 Ekim 2010 Salı

piratik bilgiler bilmemkaç

Bugünkü pratik bilgimiz, kozmetik çılgınlığı sırasında beynime bir an kan gitmesi sayesinde oluştu.

Yaz günlerinin en elzem şeyi güneş koruyucunun toz allıklarla iyi geçinemeyen yapısı sayesinde krem allık olayına girdim. Krem allık piyasasına adım atınca otomatikman stick allıklara da alıcı gözüyle bakmaya başladım. Nars Multiple'dan ELF all over color stick'e kadar renk renk, fiyat fiyat alternatifi mevcut bu stick olayının. Yani ne oluyor, stick şeklindeki bu şey hem allık niyetine, hem dudaklarar ruj niyetine hem de gözlere far niyetine kullanılıyor (far olayı zorlama bence biraz). Tek bir tanesini elime alıp yüzüme gözüme sürmüş değilim ama inanılmaz bir formül, bir devrim ürün olduklarını da sanmıyorum. Bu sırada beynime kan gitti demiştim ya, işte o anda "annelerimizi, anneannelerimizi dinleyelim" şekli bir fikrim geldi.

Evet, rujundan pıt pıt parmak uçlarına aldığı renkle yanaklarına renk veren anne, anneanne görüntüsünü bir anlığına hatırlayalım. Multiple denen olay o işte.

Bunu da vakit geçirmeden denedim. Allıkta aranan o kremsi yapıyı ruj vermiyor tabii, birazcık yapış yapış oluyor ama zaten suratımda güneş koruyucusunun yıvış yapısına mecburen katlandığımdan bunu dert edeceğimi sanmıyorum.

Siz de ara ara, bir anlığına rengini sevdiğiniz bir ruju yanaklarda deneyebilirsiniz. Güneş koruyucusunun üstüne bir kat pudra geçemeyecek kadar üşengeç bir insanım onu da sorulmadan belirteyim.


5 Ekim 2010 Salı

yerli yersiz bilimsellik atfeden adam

Sayısal olarak ölçülemeyecek değerleri yüzde ile hesaplayıp ölçmeye kalkışan, hesaplamadığı ihtimaller için kafadan atarak oran veren adamı bildiniz mi? Hani o "%90 çalışır bu senin bilgisayarında" diyen, "bugün toplumumuzun %98i böyle düşünüyor" diyen adam, sayılmayacak şeyler için pek çok, çoğunluk, nadiren gibi sıfatlar kullanıldığı bilgisini ortaokul sıralarında ilk aşkının peşinde koşarken kaçırmış, bugün hatası yüzüne vurulduğunda belki pişkince sırıtacak olan adam işte. Sayılarla konuşursa (buna da "rakamlarla konuşmak" der, icap ettiği takdirde. rakam-sayı farkını da bilmez, ısı-sıcaklık farkını da.) daha çok ciddiye alınacağını sanır. Müsbet ilimlere saygısı sonsuzdur (müsbet ilim derseniz anlamaz yalnız, pozitif bilimler.).

Aynı müsbet ilimler silsilesinden psikiyatriye de saygısı sonsuz olduğundan biz sıradan insanlar gibi "deli galba" "aa manyak" demez, "adam şizofren çıktı resmen" der. Ciddi bir hastalığın adı ve tıbbi bir terim olan şizofreniyi anlayıp sindirmekle kalmamış, günlük hayatına adapte etmiş, casual eylemiştir. Birisi sorarsa "aycanımdeliişteyaaaa" demeyi bekler.

Günlük hayatında şıp diye psikiyatrik teşhisler koyabilen bu adamın gözüyle IQ ölçmesi de yadırganacak bir durum değildir. Sözüne "IQsu 50nin altında olanların bile anlayacağı gibi" diye başlarsa hem zekanın ölçüsü IQ'dan, hem de 50 puanın pek düşük bir zekaya, adeta salaklığa, hıyarlığa tekabül edeceğinden dem vurmuş demektir. "Birtakım salaklar" demeyi kendine yediremez, illa ki zekadan, zekanın ölçüsünden ve bu ölçüde bir sınırdan bahsetmelidir mevzulara yerli yersiz bilimsellik atfeden adam.

Gözlerinden öpüyoruz.

Her bilimli mevzunun olmazsa olmazı neşeli Einstein fotoğrafı

1 Ekim 2010 Cuma

ne var ne yok

Yazmayalı 1 aydan fazla olmuş fakat boş oturuyorum sanılmasın. Bu esnada aslında hem yazıyor hem bozuyorum, düşünüp kurguluyor fakat yazamıyorum, epeyce yaklaşmışım görüyorum, anlatamıyorum. Bir hızlı güncelleme edeyim, selam edeyim dedim.

Bu arada evde huzur ve güven ortamını sağlayıp erkenden bayılma durumumu düzeltebilirsem pek yakında yepyeni yazılarımla huzurlarınızda olacağım, bunu da bi sonra yazarım dediğim her şeyi bir bir dökeceğim -herkes heyecanla bekliyordu değil mi?
(makyaj bloglarındaki "pek yakında sürpriz hediyeler sizi bekliyor" tease i gibi olmadı ama idare edilsin istirham ediyorum)

Pek yakında. Kutudan kedi çıkıyor.
(kaynak 9gag.com galiba)

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails