11 Haziran 2016 Cumartesi

to whom it may concern

Dilekçe yazarken biz hitap olarak "Sayın Yetkili" deriz, halbuki "Her kimi ilgilendiriyorsa ona" demek de gayet makul bir seçenektir. Ama Türkçe'de bu şekilde kullanmaya kalksak biraz umursamıyor gibi dururuz. Hitap ettiğimiz kişi aynı belirsiz kişidir. "Yetkili" diyerek işaret ettiğimiz kişi, aslında "ilgilenen kişi"dir. Mesele her kimi ilgilendiriyorsa işte odur yetkili.

Sosyal medyada ortama saldığımız her fikir de, her görüş de, önemsiz gibi gördüğümüz ama aslında duyulmasını istediğimiz her şey de "her kimi ilgilendiriyorsa ona" hitaben yazılmıştır. Gizli gizli "to whom it may concern" yazasım gelir tweet'lerin, entry'lerin başına. Şu saatte bunu kim okumayı tercih etmişse ona. Şu anda bunu okumaya kimin sabrı varsa ona. Bir zamanlar kim böyle hissettiyse ona. Yolu sevgiden geçen her kim ise ona...

Gizli gizli mektup yazıyoruz sanki, gizlice birilerine ulaşmaya çalışıyoruz. Kim ilgileniyorsa, kimin zihninde bir kapı aralayabilecek, kimin gönlünde bir pırıltı olabileceksek ona ulaşmaya uğraşıyoruz. Yazdıklarımız hep o ilgilenen kimseye. Kim olduğunu belirleyen tek bir kriter var, meselenin onu ilgilendirmesi. O bir sayın yetkili. Başka da bir özelliği yok. Bizi tanıma, bize ulaşma ihtimali bile yok bazen. Tek yön bilet gibi, isimli ama adressiz mektup gibi. Sanki öyle bir şey varmış gibi.

1 Nisan 2016 Cuma

yolu sevgiden geçen herkes

İnternette anonim takılmak bir sürü insanın içinden canavar çıkarabiliyor, bir benden çıkaramadı.

İçimdeki kenafirlikleri nereye ne formatta dökeceğimi şaşırdım. İstiyorum ki kötülükte, alaycılıkta bir dünya markası olayım. Herkes içimdeki kötülükten korksun ve "kim abi bu, bi insan nasıl böyle olabilir" falan desin. Bahsettiğim öyle her önüne gelenin karnını deşme, ne bilim her güzelliği tırnaklarıyla parça parça etme tarzı bir kötülük değil ama bazen tek marifetim gibi gördüğüm sinsi alaycılığı sivriltip toplum huzuruna doğrultasım geliyor. Fakat işte o sivriltme işi ohooo... Kötü olmak için bile tembelim. Tembel olmak için bile evhamlıyım. Evhamlı olmak için bile fazla rahatım.

Ortamımı bulamadım dostlar, gönül dostları, blog dostları. Mecradan mecraya koşuyorum iyice manyağa döndüm. İçimdeki acayip enerjiyi akıtacak bir yol-yöntem bulamadım ve öylece oturuyorum. Ucundan azıcık kanatayım bari şurada.

1 Mart 2016 Salı

hem anne hem kraliçe

Annelik müessesesinin klasik şikayetidir, "kendine vakit ayıramamak".
"Billahi bir sıcak çay içemedim tam onüç yıl. Onnn-üççç yıl!"
"Üç ay yastık yüzü görmedim"
"Bir kusmuklu tişörtü iki hafta giydiğimi bilirim"

Yeni yetme akıl vericiler der ki annelere, "Kendinize vakit ayırın!" "Mutlu anne mutlu çocuk demek. Mutlu çocuk mutlu aile, mutlu aile mutlu toplum." (ve aydınlık yarınlar. her şey anne olduğunuz halde sıcak çayınızı, kuaförünüzü ihmal etmemenize bağlı.) Halbuki biz kendine vakit ayıran annelerle değil güdümlü anne terliğiyle büyüdük. Bu kadar insan bu terliği tanıyorsa herhalde bir sebep var. Annelerin çocuklara vurmasının pek yadırganmadığı dönemler olsa gerek. Şimdi insan içinde çocuğuna azıcık sesini yükseltsen anında kaşlar kalkar. Sosyal hizmetleri arayıp çocuğunu senden aldırmaya kalkarlar vallahi. Hiç yapamazlarsa dedikodunu yaparlar, daha kötüsü videoya çekerler, internetlere salarlar. (insert: "ateşler salsın" bedduası)

Sorsan "kendime hiç vakit ayıramıyorum" der

Bizim büyük çaresizliğimiz, her şeyin en iyisinin herkes tarafından bilindiği bir devirde anne olmak. Kendine vakit ayıramamak bahane değil artık. Çünkü kendine vakit ayıramıyorsan asabi ve dolayısıyla kötü bir anne olursun. Küçük zevklerinin peşinden koşmak ve kahve fincanının yanındaki küçük vazoya çiçekler koymak dahi senin vazifen. Kraliçe gibi anne olacaksın. Süpürge gibi saçla, çalı gibi kaşlarla gezemezsin.

Dörde kadar yolu var
Bunca sefalet edebiyatını okuyunca ben de biraz seviniyordum ne yalan söyleyeyim. Bir ben değilmişim 96 saat çişini tutan, açlıktan başı dönünceye kadar aç olduğunu farketmeyen diyordum ama aynı internette hem bin türlü sefalet tasvirine hem de sıradan insanların bile gayet "hem anne hem bakımlı" olduğuna şahit olunca içim nefret ve hasetle daha bir doluyor. Günlerce lekeli eşofmanla, yağlı saçla evden çıkmadan yaşayan insanlar mı bunlar, peki bu parka bile fönlü saçla gelenler kim? Dip boyası bile yapılı kadının lan, aboo bu ayakkabılar yeni mi çıkmış? Ben en son ne zaman alışverişe çıktım?

İki yüzlüsünüz be. Zalımsınız.

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails