16 Kasım 2011 Çarşamba

hımbıl kız

Şopar gibi hoplayıp zıplamayı, dötünü havaya dikip takla atmayı kendine yediremeyen, lisede beden dersinden raporlu olan kız, geçen gün sporda gördüm tanıdım seni.

Yıllar hımbıllığından bir şey kaybettirmemiş. Hala koridorda, okul çıkışında yürüdüğün gibi ağır ağır, hanım hanım yürüyorsun. Koşu bandında dahi bu kırıtık yürüyüşünden ödün vermiyor, hayatın boyunca değil spor yapmak hızlı yürümeye dahi lüzum görmediğini gözler önüne seriyorsun.

Vücudun sporsuzluktan ve en çok yürürken, otururken, konuşurken daha güzel duran pozisyonu bulabilmekle uğraşmaktan eğri büğrü kalmış, eşofman - tişört sana isyan ediyor. Sırtın kambur, ayakların da yere açılı basıyor. Hareket etmeyi sevmeyişin, hayatının bir döneminde kolay sanıp muhakkak pilatese başlaman ve 1-2 sefer sonunda bırakmandan da belli. En sevdiğin spor da zaten, ağır tempoda pedal çevirerek üç saat süren dizinin bir saatini spor salonunda seyretmek.

Henüz kilo almaya başlamamışsan hımbıl kız, derhal ortaya bir yavru çıkarmanı tavsiye ederim. Nasıl olsa belli bir yaştan sonra inanılmaz bir hızla şişmeye başlayacaksın. En azından "doğumdan sonra oldu" dersin.

11 Kasım 2011 Cuma

nasıl komik olunmaz, ikinci bölüm

Yazılı komik olamayışları irdelediğim ilk bölüm şurda. Bu bölümde sözlü komiksizlikler üzerinde duracak ve ardından arkadaş ortamında bir türlü patlamayan esprilerinizin hep beraber yasını tutacağız.

Sözlü komikliğin güldürmeyişinin en önemli sebeplerinden biri de şakanın icapsız ve lüzumsuz derecede uzun olmasıdır. Şakanız ister bir cümle olsun, ister bir hikaye, isterseniz fıkra olsun ki fıkra olmasını pek tercih etmiyoruz, dinleyicilerin dikkatini çekebildiğiniz süreden daha uzun olmamalı. Yine başlıklar halinde görelim:

Cümle şeklinde şakalar

Mümkün mertebe kısa ve vurucu olmalı, muhatabın, grubun zihninde şimşeği anında çaktırmalıdır. Bu yüzden cümle şeklindeki şakanın grubun hızıyla tam bir uyum içinde olması gerekir, çünkü anında anlamadığı şakaya kimse gülmez, gruptaki kimse gülmediyse anladıktan sonra da gülmez. Aynı şekilde, fazla bariz şakalar da gülünmemek bir yana, sahibini gruba bir debil gibi tanıtır. Şaka fena halde evrensel bir komiklik içermiyorsa fazla tanınmayan gruplarda şaka yapılmaması tavsiye edilir.

Cümle şeklindeki şakalarla ilgili bir diğer husus da cümlenin fazla uzun olmaması, "o zaman" "ee haliyle" gibi olsa da olur olmasa da olur unsurlardan arındırılması gerekir. Tanınan bir grupta dahi uzun cümleli anlık şakanın gideri yoktur. Muhatabın dikkati dağılır, güleceği varsa da gülmez.

Hikayeli şakalar

Hikaye anlatmakla ilgili dikkat edilmesi gereken en önemli husus, durum komikliklerinin aktarılamaz oluşudur. Kişileri, ortamı bilmeyi gerektiren ve komikliğin aslında tek bir an içinde oluştuğu hatıralar, ne kadar komik olurlarsa olsunlar, anlatılamaz. Anlatılsa da gülünmez. "Orda olacaktın tabi şimdi anlatınca komik olmadı" ya da "Adamları tanısan komik aslında" diyerek maymun olmak istemiyorsanız bu komiklikleri anlatmayacaksınız. Bazı kimseler bu hikayeleri anlatmakta ısrarcı davranır ve komiklik anına gelinceye kadar şahısları, mekanı, zamanı tek tek tarif eder. Beklentisi iyice yükselen dinleyici, neticede cereyan eden durum komikliğine yine de gülmeyecektir. Bir hikayenin tasvir kısmı, esas olaydan uzun olmamalı. Özellikle de şakalıysa.

Zamandan, mekandan ve kişilerden bağımsız komik hikayeler fazla uzatılmadan ve esas olaya katkısı olmayan detaylar mümkün mertebe atlanarak anlatılmalıdır. Burada sözüm hikaye dinleyenlere: fazladan detay veren adam hikayede geçen kişilerin zenginlik, güzellik, işbilirlik veya hikaye anlatana duydukları hayranlık/yakınlık detaylarını atlamadan veriyorsa o adamdan derhal kıllanabilirsiniz.

Anlatılacak hikayenin aslı yazı olarak aktarılmışsa, bir fıkra ise mesela (eğer çok komikse fıkra anlatmaya karşı çıkmıyoruz) muhtemelen yazı dilinden gelen bazı fazlalıkları olacaktır. Yazılı hali güzelmiş gibi görünen şakalı hikayenin anlatılınca hiç komik olmamasının sebebi "Bunu duyan adam" "beraberce şuraya gitmişler" gibi ifadeler ve uzun cümleler içermesidir. Bunlar sözlü aktarım sırasında itinayla ayıklanmalı, uzun cümleler bölünmelidir. Lüzum ettiği yerde duyguyu vermek için ses tonu kullanılabilir. (Laz şivesi yapmak değil tabii.)

Komiklik zor zanaat. Dışı seni içi beni yakar.

Sözlü komikliklerin yeteri kadar iltifat almamasının bir başka sebebi de zamanlama hatasıdır. Dikkatlerin anlatıcıya yöneldiği bir anı kollamayan anlatıcının şakasına gülünmez, bu kadar basit. Sessizlik kollayacaksınız, sinsi gibi, sansar gibi dikkatleri çekeceğiniz ana odaklanacaksınız ve çektiğiniz dikkati ziyan etmeden, çabucak şakayı patlatacaksınız. O yüzden herkes başkasının şakasına gülerken, kimse size bakmazken boşuna şaka yapmayın.

Bir de bazı gruplarda silik insanlar vardır, onlar konuşurken kimse bakmaz o tarafa. O insanlardan biriyseniz şakanız iyi de olsa gülünmeme ihtimali var. Ama kısa ve vurucu şakalarla silikliği de aşabilir, yağmasanız da gürleyebilirsiniz.

ve şimdi, hakkı verilmemiş şakalarımız için bir dakikalık saygı duruşu.

8 Eylül 2011 Perşembe

bir ortadirek rüyası

Bir mala, bir hizmete para vermekle o sektörü komple satın almak arasındaki farkı tam olarak bilemeyen topluluk, elbette ki marka siteler denen, ya adı ya da eciş bücüşlüğü sayesinde bambaşka bir hayat vadeden toplu konutlara yuvalanacaktı. Elbette buralarda da aldıkları mal ve hizmeti siteyi komple almış gibi kafalara kakıp, her şeyden şikayet edeceklerdi.

Bir senedir oturduğumuz sitenin bir forumu var. Buraya girip yazılanları okumadan önce gerçekten sakin, huzur dolu, köpek gezdirenlerle sabah koşusuna çıkanların birbirine hep selam verdiği şirinler köyü gibi bi yerde yaşıyoruz zannediyordum. Ne zaman ki kediyi çiftleştirmeye niyet edip bi de şu foruma bakalım dedik, o zaman sitemizle ilgili gerçekleri kavrayabilmeye bir adım attık.

Anahatlarıyla şikayet edilen şeyler şunlar;

- Komşular çok gürültücü.
Topuklu ayakkabısıyla gezenini mi ararsın, çocuğu ağlayanını mı, piyano çalanını mı. Komşular çok gürültücü, biz de bu siteye elit diye gelmiştik.
Yani, para veriyorum, herkes önümde eğilmeli. HERKES. Gidip bir de sessiz olun mu diyeceğim, hani para veriyorduk? Hani herkesin nizami hayatı vardı? Hani gelmeden imtihan edilmişlerdi? ÖKÜZOĞLU kalitesi bu mu?

- Ortak alanlara cafe yapılıyor, ızgaracı geliyor, kumpirci geliyor.
Nasıl yaparlar nasıl, para verdik o çimlere o alanlara, yönetim bu alanları peşkeş mi çekiyor? Her gün gaste okuyoruz biz tamam mı, bu yönetimde neler dönüyor bilmek istiyoruz!!!

- Etraftaki mahallelerden geliyorlar, duvarların üstüne jiletli tel çekilsin.
Duvarın arkasına oturcaz diye önümüzdeki on yıl bankaya çalışcaz, bari fakirler gelmesin, çimlere basmasınlar :/

"Madem para veriyorum, o halde her şey benim keyfime göre olmalı." zihniyetinin çağlayarak aktığı bu forum sayfalarında insanların bir zengin memnuniyetsizliğini taklit etmeye çalıştıkları açık. Hani vardır ya, herif beş yıldızlı otele gider, resepsiyondaki görevli bir kelimeyi yüzüne bakmadan söylerse arıza çıkarır "Ne demek oluyor bu efendim, dünyanın bütün beş yıldızlı otellerini gezdim, böyle terbiyesizlik görmedim ". Bu tarz pahalı yerlerde de buna meydan vermemek için aşırı bir nezaket vardır, bir oda kiralandı, bir kazak alındı diye tesisi satın almış gibi davranılır ve pamper yourself kanunları harfiyen uygulanır. Bazı kaprisli kimseler de böyle ara sıra, bir şeyleri beğenmezler. İşte bu bizim ortadirek arkadaş tesadüfen ordan geçiyorsa, dükkandan hasbel kader bir şal alarak buraya dahil olduysa kendinde aynı şekilde arıza çıkarma hakkını görür. Fakat gücü böyle yerlere yetmediğinden anca ortadirek mağazasının çalışanına, oturduğu sitenin güvenliğine çemkirerek kendini gerçekleştirir. Bütün bu ortadirek mekanlarının da müşteriyi şımartmak gibi amaçları olmadığından bu tipler ancak çalışana illallah dedirtir.

Parayı daha kazanmadıysan üzülme, zaten evin de anca maketi var.

Aslında kabahatin çoğunu zenginleşip standartları yükselen bu yeni nesil burjuva, eski adıyla ortadireğe bulmuyorum. Kabahatin çoğu, bu adamlara gücünün son damlasına kadar harcayarak lüks bir hayat yaşıyormuş gibi hissettirmek üzere tezgah açan esas çakal tayfada. Yani önümüzdeki on sene bankaya çalışmak uğruna geldiği elit sakinleri olan lüks sitede aynen kendisi gibi adamlarla karşılaşan ortadireğin öfkesine şahit oluyoruz aslında. Sinirden gözü dönüp kendini ağaoğlu yönetim kurulu toplantısında masaya vuruyormuşçasına kaptıranı da var tabii, "getirin bana o aliyi, paraları alırken iyi dimi!!!" Peki o forumlardan yardırdığın ali, yarın gelip paranı eline saysa ve "hadi şimdi sktir git burdan" dese ne yapacaksın ortadirek? Bu sefer karşı tarafa geçip, "bizi parayla eziyorlar" mı diyeceksin? Ayıp ayıp.

İşte buradaki acıklı komiklik de, asansör duvarlarına asılan "Lütfen aidat ve su borçlarımızı ödeyelim" duyurularıyla ortaya çıkıveriyor. Gidip ali ağaoğlu'na hesap sormayı biliyorsun ama, 115 lira aidat ödeyemiyorsun. Böyle elitlik, böyle burjuva olmaz olsun.

12 Nisan 2011 Salı

sosyal medya duyarlılığı

Her sosyal medya deyişimde dönüp kendi ağzıma bi tane çakmak istiyorum ama fiysbuk-tibitır-fifi-blogger ve pek tutulmayan, ikonu öyle siteye miteye profile hava olsun diye eklenen reddit, delicious ve diğerlerinden oluşan çok etkileşimli çok paylaşımlı internet ortamlarına mahmut diyecek değilim. Artık mahmutun bi komikliği kalmadı, "ne diyem mahmut mu diyem"e gülen de kalmadı. (kaldı mı yoksa?)

Bu etkileşimli internet ortamlarının kendine has bir kültür oluşturduğu, bir dil ve bir davranış kalıbı geliştirdiği, yeni gelenin her tanımadığı ortamda olduğu gibi burada da tutunmak için bu genelgeçer kuralları öğrenip ona göre "oynamak" durumunda olduğu umuyorum ki herkesçe malum. Malumu olmayan da bundan sonra öğrenmiş olsun da, "sosyal medyada tutunmanın on altın kuralı" gibi gebeşçe tavsiyelere uyup kendini bir hayatı olan kimsenin sallamadığı internet sitelerinde salak durumuna düşürmesin. Zaten hangi ortamın altın kuralı var ki internetli karılı ortamın olsun? Hangi arkadaştan öğrenilen "bardan ekmek çıkarma" kılavuzu işe yaramıştır ki etkileşimli kalabalık internette çok dinleyeni olmanın kanunu işe yarasın? Yalnız kafası biraz çalışan herkesin bu ortamlarda gözlemleyebileceği belli başlı temayüller var, onlar biraz da olsa heyecanlı arkadaşımıza rehber olabilir.

Bilhassa twitter'da gözlemlediğim sosyal meselelere hassasiyet, özgürlük, demokrasi, hak-hukuk gibi konularda anında refleksif tepkiler, hatta henüz cereyan etmiş herhangi bir olayın içinde derhal özgürlük-demokrasi-hak-hukuk ile ilgili olabilecek anahtar kelimelerin seçilerek olayın bu yönden "görülmesi" oldukça revaçta. Bu, kişiyi sadece açık görüşlü ve demokrat yapmıyor, aynı zamanda yeni çağın yükselen trendine uygun bir politik duruşa kavuşturuyor. En güzel tarafı da geçmişte Refah mitinglerinde rambo kafa bandıyla coşmuş olmak ya da taksimde ayakta adidas ayakkabıyla kominik dergi satmış olmak bu tür bir politik duruşa sahip olmaya engel teşkil etmiyor. Özgürlükçü demokratçı dünya görüşü adeta yeni tasavvuf, yeni mevlana gibi ne olursan ol gel diyor. Çünkü parolamız herkes için özgürlük!

Neden işe yarıyor?

İnsan hakları savunmak, savaşa hayır çekmek, özgürlük ve demokrasiden yana olmak kimseye yanlış gelmeyen, kimseyi karşıya almayı gerektirmeyecek, bir dünya görüşü olmak için gayet güvenli seçimler. Gerçekte kafalar ırkçı, ulusalcı, radikal dinci de olsa, bu ana akım özgürlüklü duruşta her görüşe yontacak bir fikir, bir yorum bulunuyor. Yeter ki beğenilmeyen görüşlere/kişilere duyulan nefret fazla açık edilmeden, mümkün mertebe demokrat söylemler benimsensin, gazeteci gibi ifade özgürlüğünün bayrağını taşıyan kutsal mesleğin mensuplarına bilip bilmeden ilişilmesin. Politikacılara ve bilhassa iktidar partisi elemanlarına giydirmek ise serbest. Gazeteci iyi, politikacı kötü, siyaset ise kirli kelime. Bir işe "siyaset karışması" sosyal medya vicdanında derhal ayıplanması gereken bir suç çünkü. Adeta siyasetten arınmış bir şekilde sosyal adalet, emek sömürüsü, insan hakları ve demokrasi üzerine yüz yıllık söylemleri bugünün hiçbir olgusuna dokunmadan, yine çok önceden kötü ilan edilmiş muktedir gibi, sermaye sahibi gibi, faşo ağa gibi belirsiz suçlular üzerine yıkılarak tekrar etmek de bu duruşun olmazsa olmazlarından. Hasbel kader bu çarka girmiş kişilerinse öncelikle kendilerini "düzenin çaresiz düzüleni" "maaşlı modern köle" gibi tanımlarla aklaması lazım ki söyledikleri ciddiye alınsın.

Nasıl çalışıyor?

Ana akım sosyal medya duyarlılığına sahip olmak için yapılabilecek en önemli şey, bu ana akım fikirleri ortaya atan kokmaz bulaşmaz, bol takipçili, bol alkışçılı tiplerin peşine takılmak. Bir konuda görüş bildirmeye çekiniliyorsa derhal bu kişilerden retweetle, bu kişilerin yazdıklarını beğenmekle ana akımı saçlarından yakalamak ve akıma katılmak da yapılması gerekenlerden. Ortada ne olduğu tam belli olmayan, nereden "görüleceği", kimin tarafında durulacağı anlaşılmayan bir olay varsa beklemek en güzeli. Ana akım kokmazbulaşmazlar bu durumlarda kanaat önderi gibi kitleye yol gösteriyor. Bir iki kokmazbulaşmazın mutabık olduğu konuda ise ana akımın diğer neferleri rahatlıkla yardırabilir, hiçbir şekilde dışlanmazlar.

Evde suyu fütursuzca israf edip yemediği yemeğin çöpe gitmesinde bir sakınca görmeyen adamın işçi eylemlerine, elmas yüzünden ölen afrikalılara içleniyormuş gibi yapması elbette hiç inandırıcı değil. Ama adamın derdi zaten o değil. Derdi insan haklarını, özgürlük söylemlerini dalga dalga yayarken biraz da kendi adını yaymak, biraz da kendini namını yürütmek, neticesinde sahip olduğu belli belirsiz kimlikle o sosyal ortamın sırıtmayan bir parçası, bir herkesgibisi olabilmek. Varolmanın kuralının siyasi görüş sahibi olmaktan geçtiğini idrak ettiği ortamda, siyasi görüşü varmış gibi yaparak bu hayattan da bir pay alabilmek. Belki de televizyonda twitter/sosyal medya dendiğinde biraz da kendinden bahsediliyormuş gibi sevinebilmek.

Zaten aidiyet ihtiyacı internetle, sosyal ağlarla beraber icat olmadı, hep vardı.

3 Mart 2011 Perşembe

ortama bakmadan ağırlığını koyan adam

Sosyal medyalar denen etkileşimli, çok konuşmalı, çok paylaşmalı internetlerde hep ciddi ciddi konuşan, dünyanın derdine kafa yoran, haber sitelerinden link veren adamlar var. Herkes bundan en az bir tane tanıyordur, uzaktan ağır abi gibi ama bir tanısan nasıl da sevecen, nasıl da dünya iyisi. Hiç unutmam bi gün bunla konuşuyoruz, canım cheesecake istedi dedim de ne göreyim, gecenin şeyinde elinde cheesecake ile çıkagelmesin mi?

Bu herifin hayattaki yeri, amacı, kariyeri filan ne olursa olsun içinde hep bir eksiklik, bir bildiğini her yerde gösterme iddiası var. Gençliği senin benim gibi boş beleş geçireceğine yaşıtlarından ve kızlardan korunaklı karantinasında geçirdiğinden en entel filmleri, etniğinden metaline en onkişininbildiği grupları, televizyonda konuşan bütün bıyıklı sıkıcı adamları isim soyisim kariyer künyesiyle birlikte hafızasında tutan, gerektiğinde karşılaştırmalı edebiyatta bilek güreşine girebilen bir adam bu. Fakat buna rağmen ortamda ne karizması var ne gideri, yıllar olmuş platoniğine dahi açılamamış ama kafa okumaktan ampul gibi olmuş. Dam üstünde döt götüreni de var şimdi genellemeyeyim, zira romantik serserilik olsun, depresif ibnelik olsun hala bu topraklarda kızların düşebildiği tuzaklar. Nabalım, kolundan tutup çekecek değiliz. Bir musibet bin nasihatten iyidir.

Herkesin eğlenmeye geldiği ortamlarda "bi dakika arkadaşlar" diye tat kaçıran eleman vardı ya, onun aynısı işte. Herkesin kakara kikiri yaptığı, boş boş konuştuğu feysbukta olsun, tibitırda olsun eriyen buzullardan, dünyanın öbür ucundaki işçilerin mücadelesinden, edebiyattan, felsefeden, fikirden dem vurarak farkını ortaya koyar, gün ortasında can sıkar.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki şu resmi şuraya koymasam yazıyı kimse okumaz. İyice soytarıya döndük anasını satayım.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Varoşluğun Dramına Musluk Takan Adam

"Hiç televizyon seyretmiyorum, aa hiç ilginç değilim halbuki ilginç olan sizsiniz" şuursuzluğunda insanlar türedikçe "televizyon seyretmiyorum pek" demeye utanır oldum. Sahtekar elitlik gibi, gereksiz bir paye gibi televizyon seyretmemeyi kimliğime eklemesem daha iyi. Ama pek seyretmediğim de yeni çıkan reklamları bilmeyişimden, dizi karakterlerinin çoğunu diziden değil günlük konuşmalardan tanıyışımdan biraz belli oluyor. Gerçek şu ki, bir kere soğuyunca televizyonu takip etmek de zorlaşıyor. O eski tanıdıklığı olmayan kanallarda her şey yeni ve yabancı olduğundan çok çabuk sıkkınlık ve bıkkınlık veriyor. Bunun da çok şahane zevklere sahip olmakla alakası yok. Olsa olsa fazladan sinir sahibi olmakla alakası var, onu da ayda yılda bir gelen birisi televizyon açıp da YeteneksizsinizAllahbelanızıversinTürkiye seyredince farkettim.

Yanlış anlaşılmasın, yetenek yarışmasında acunbeyler dünbirhiçken, hem de gözümüzün önünde, paranın canına okudu (ahem) diye hasetten sinir yapmıyorum. Fakat ağarmış rasta saçları, baya baya çılgın reklamcı gibi tripleriyle alitoran, yıllardır hiç eskimeyen "ben memleketin en güzel garısıyam" kafasıyla hülyavşar ve etraflarında -bana göre- bir hare gibi beliren sahtelik, olmamışlık idraklerime dokunuyor.

Format gereği halkın sırtında yükselen jüri mizanseniyle aralarında tepeden tepeden konuşmaya en yetkili kişi belki acunbeyler; hayatta yaptığı şey farklı ya da komik olmayan, zavallı rezil reklamlar üretmek ya da kendi kendini üfleyebilen, osbir enerjisiyle yükselen mucize balon olmak değil; varroşluğun, avamlığın potansiyeline jeneratör bağlamak. Kim ne derse desin, en çok alan veren, ekonomiye en çok can veren, en çok sms oylayan, en canlı, en heyecanlı kitle olan avamı anlayıp ona çareler sunan, eğlenceler üreten acunbeyler'in, bu konuda ecnebinin rare gift dediği türden bir kabiliyeti var. Yoksa, kutu yarışmasının formatını ithal etmekle bu işler olacak olsa, her biri ithal format olan, sunucusunun tipine kadar birebir yarışmaların da bir o kadar atarlı, giderli, reytingli olması lazımdı. Bir acunbey prodakşın ın bütün olayı format olsa, konuşulan da o olur, karakter dedikodusu olmazdı. O rare gift, o okulu olmayan yetenek de burada devreye giriyor zaten. Acıyı seven, dedikoduya bayılan kitleye hikayeli, anlaması ve sindirmesi kolay, çelişkisiz, stereotip, dedikodu malzemesi bol karakterler sunmak. Yarışma formatı ise ancak bu karakterleri ortaya çıkarmak için bir senaryo olabilir, fazlası değil. Senaryonun sürükleyici olması da elbette önemli fakat esas özel durum, ayrı ayrı bir hiç olan bu karakterlerin umutlarını, heyecanlarını, hayalkırıklıklarını, acılarını ekrana taşırken aynı zamanda onları gerçekliklerinden koparması, hikayesi bağlamından kopan karakterin stüdyoda daha acısını anlatırken kendine yabancılaşması. Televizyondakinin mahallenin kızı, kahveye her gün giden sessiz genç değil de bayramlıklarını giymiş, stüdyo makyözleri tarafından boyanıp cicilenmiş, belli belirsiz ünlenmiş, belki yarı sahte bir karakter olması seyirciye de kolay bir ötekileştirme sunuyor. Mahallesinde ziyaret edilen mağdurlarla, fakirlerle özdeşleşen televizyon başındaki adam, o sıra ister istemez vicdanıyla yüz yüze geliyor ancak acunbey kahramanlarıyla vicdan-free hikayeler akşam yemeği sonrası için daha hafif, öğlen yemeği sohbetine daha uygun. Bugün konuşup yarın unutmalık, unutsak da bişeyolmaz yarı ünlülerin bu işten kârı da, televizyonda görünüp hasbel kader birinin dikkatini çekmek, en fazla bir reklamlık bir şöhret hayali.

Avamlık demişken, zirvede bırakayım bari.

Drama musluk takan acunbey'in yetenek yarışmasında da yaptığı aşağı yukarı aynı, artık kimsenin para vermediği taklit veya akrobasi yeteneğiyle milleti on dakikalığına bedavaya eğlendirmeye gelmiş zavallıları, diğer jüri üyeleri tarafından hülyavşar hayranlığı ve reklamda kullanılabilirliği test edildikten sonra ayaküstü deşeleyip içinden ilginç bir hikaye çıkıp çıkmadığına bakmak. Sonrasını sabrı ve yeteri kadar dikkati olan zaten diğer acunbey prodakşından takip eder. Ben almayayım, tadımlık seyrettim, kesti.

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails