25 Aralık 2014 Perşembe

son standart koyucu

Benim çocukluğumda evlenmek ve çocuk sahibi olmak eğitimli kadınların ideali değildi. Kadınlar genellikle kariyer sahibi olmak veya evli-çocuklu olmak arasında seçim yapardı. (Sonradan ünlü Türk düşünürü Nil Karaibrahimgil "çocuk da yaparım, kariyer de" diyerek bu sosyal açmaza parmak basmakla kalmamış, çözümü de "trala lala ooo ooOOoooOO" diyerek sunmuştu.) Hem iyi kariyer sahibi hem de anne olan kadınlar muhakkak vardı ama biz onları tanımıyorduk.

Zaman değişti.

Kariyer sahibi ve anne olmak artık bir ideal değil, hayatın gerçeği. İdeal olan ise her şeyde en iyi olmak. En iyi eş, en iyi aşçı, en iyi anne olmak. "En iyi anne olmak!"

Sadece anne olmak bile yer yer zor ve çetrefilli bir durumken annenin en iyisi diye bir standardın var oluşu düpedüz zulüm, zalımlık! En iyi anne nedir peki? Çocuklarına karşı her daim ilgili, sevecen, anlayışlı, sabırlı; hem işinde en iyi, hem evinde en marifetli. Hem çocuklarına en iyi eğitimi aldırabilecek kadar iyi kazanıyor, hem de birlikte "cool" aktivitelere vakit ayırabiliyor. Çocuklu hayatın her zorluğunda en iyi annenin sıcak nefesi ensemde.

Kendi çapımda birtakım mükemmeliyetçilikler ettiğim doğrudur. Fakat mükemmeliyetçilik anlayışım, körü körüne her şeyin en iyisini istemek şeklinde değildir. Denge ve alışverişe inanırım. Bir iş için harcanan zaman ve emeğin o işin neticesine sağladığı katkıyı her zaman göz önünde bulundururum. Mesela, bir işi "iyi"den "mükemmel"e ulaştırmak için harcanacak emek ve zaman çok fazlaysa bazen o mükemmellik o efora değmeyebilir.

Bir çocuk için annesinin iyi ya da mükemmel olması arasında nasıl bir fark olabilir? Dahası, dünyanın en kötü annesine sahip olmadıktan sonra kim kendi annesi yerine bir başkasının çocuğu olmak ister? Daha iyi yemek yapmak ya da tüm okul aktivitelerine en başta koşmak sadece o gün için önemli olabilir, ancak uzun vadede anne annedir; başarıları ve başarısızlıkları ile her zaman özeldir. Bir zamanlar hayatımızın merkezi iken zamanla  hayatımızdaki küçük, özel köşesine çekilir.

Şu halde, iyi anne olmakla en iyi anne olmak arasında efor bakımından tüketici bir fark varken netice bakımından çok da bir fark yok.

Mükemmelliği fotoğraf karelerinde aramak daha doğru bir hareket olabilir.
Hayatımız boyunca pek çok farklı yerde, farklı rollerde bulunuyoruz. Annelik de bunlardan biri. Eş olmak, bir diğeri. İşyerinde bir işin parçası olmak, bir başkası. Bütün bunlara eş zamanlı olarak emek veriyoruz. Ve uzun vadede hiçbirinde annelikte olduğu gibi kenara itilmiyoruz. İyi bir kariyer için verilen daha fazla emek daha çok para, daha çok tecrübe olarak geri döner. Annelikteyse iyiden mükemmele taşımak için verilen emek çoğunlukla beyhudedir. Nihayet, siz de herkes gibi birisinin annesisinizdir ve anneliğinizi değerlendirecek olan da, standartları ve beklentileri yetişkinlerin aksine son derece basit olan çocuklardır. En iyi anne gibi harika bir patates püresi yapamasanız bile, çocuğunuzun en sevdiği patates püresi sizin yaptığınız patates püresidir. O yüzden mükemmellik peşinde paralanmanın alemi yok. Zira çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi "en iyi anne mutlu annedir."



30 Ekim 2014 Perşembe

doyurucu omlet

Geçenlerde açmışım, kapatmamışım bir tab gördüm. Başlığında "Doyurucu Omlet" yazıyor. Bebek yemekleri tarifleri sitesinde yayınlanmış, doyurucu omlet. Belli ki yumurtayla omletle falan doymayan bebeler var ki abla yumurta kırmış, içine ekmek (eppek) katmış, peynir meynir koymuş, al sana sımsıkı taş gibi kahvaltı. İki çeri domates - çeyrek tostla kahvaltı eden bebemi düşündüm... Siteyi homurdanarak terk ettim.

23 Ekim 2014 Perşembe

çileli gidişat: sofralara düşman oldum

Dönüp bakıyorum da Mırıl Hanım'ın iştahsızlığının birinci yılını geride bırakmışız. Ben "geçer geçer, alışır alışır" diye rahata verirken bu işin böyle bir yıl -hatta Allah nasip ederse önümüzdeki birkaç yıl daha- süreceğini hiç tahmin etmiyordum, "önünde sonunda yer canıım" diyordum. Önünde sonunda yemedi. "Ölmez ya" diyordum bazı doktorlara bakarsan ölmedi ama sürünüyor. Bazılarına göre biraz desteğe ihtiyacı var, bazılarına göre bişiciği yok...

Aynı kan tahliline bakan her doktor kafasından ayrı ses çıkınca biz de abav diye aldık ufaklığı doktor doktor gezdirmeye başladık. "Nesi var?" "Nasıl anlatsam efem, böyle kedi kadar...". Bebemizi daha bir yaşına gelmeden delik deşik etmenin, hastane hastane gezdirmenin stresi bi yana, -Allah beterinden saklasın ama- üzerimdeki "aç bırakmış bebeyi. MALNUTRİSYON" baskısı sinirimi çok bozuyordu.

Şimdi bebesi kendine göre az yiyen ama gelişkin, bımbıl bımbıl olan analar bana diyecekler ki "aman takma, büyür gider". Vallahi bacımlar, siz persentil eğrisiyle tanışmadıysanız, o %3 dip çizgisi ay ay kaç kiloya denk geliyor, altında kaldı mı diye gözlerinizi o grafiklere pörtletmediyseniz benden öyle rahatlık beklemeyiniz. Geçti o. Artık rahatlık yok. Asker gibi disiplin var. O üç bezelye yenilecek. YE!

En sonunda şükürler olsun telaşe memuru olmayan, çocuğu delmeden muayene ederek sağlığı yerinde mi, ters giden bir şey var mı anlayabilen bir doktor bulduk. İlk muayeneden sonra "Bir şeyi yok" deyip yüreğimize sular serpen doktor beğimiz küçük tavsiyelerini verip bir sonraki muayeneye gelirken son üç günde yediğini içtiğini yazmamı istedi. Benim liste şöyleydi tabii,

Öğlen: 2 kaşık pilav
           Domates (yemedi)
           3 bezelye

Üç bezelyeyi gören doktor beğ "üç yani bildiğimiz üç tane bezelye mi?!" diye biraz da komiğine giderek sorduğunda kem küm ettim biraz. Çocuğuna bir şey yedirmiyor durumuna düşmeyeyim diye, "bezelye de koymuştum ama yemedi" diye laflarımı hazırlamıştım ama yemek listesine "üç adet bezelye" yazan bir salaktım. Yazdıklarını başkasından önce okumak büyük erdemmiş.

Böyle böyle yok 200gr aldı 300gr aldı diye yaklaşık 10 ayı geride bırakmışız. Bana sağolsunlar iyi niyetle tavsiyelerde bulunanlar oluyor. 

"Canım sen onun yemeğini önüne koy, karşılıklı yiyin bak nasıl yiyor!" 

Canım ben onun yemeğini önüne koyuyorum ama herifin yemeye niyeti olmayınca bir tek makarnayı uzun uzun seyretmesi benim içimi şişiriyor. Bütün bebelerin her şeyi ağzına soktuğu bir dönemde ağzına bir şey almamış bebe bu, yemek mi yiyecek? Zaten oturduğu yerde on dakka duruyor, on dakkada üç tane makarnayı seyredecek de yiyecek de ohoo...

"Yemeklere şekil yap sen de? Makarnadan saçlı bebek, domatesten güneş, maydonozdan ağaç, havuç, brokoli, patates püresi..."

Bunu diyenlere "haa iyi fikir" falan diyorum ama öyle resim gibi tabaklara biraz kıskanarak biraz da inanamayarak baktığımı itiraf edeyim. Ben bir pilav-et ısıtıp yanına bi meyve bi domatesi zor yetiştiriyorum, adam sanat peşinde. Yok makarnadan saç yapacakmışız da havucu ince ince kıyacakmışız da. Hanım hanım avucumun içi kadar şeye yıkaması doğraması ayrı dert dokuz çeşit malzeme koyuyorsun. Senin beben paçandan çekiştirmiyor mu? Ne yapıyorsunuz ulan çocuklara, uyuşturucu mu veriyorsunuz? Ben hazır yemeği ısıtıp yanına meyvesini yıkayana kadar yarım saat geçiyor. Yok su ister yok paçamı çekiştirir, sesi çıkmıyorsa da kitaplığa tırmanmıştır, bütün kitaplar yerdedir.

Hele bunlardan hiç yemedi. Yaptım yaptım kendim yedim, sonra da yapmadım.

Yemeyen çocuk bazen, sadece yemeyen çocukmuş, ben onu anladım. Yiyen çocuk da sen o brokoliyi ağaç da yapsan tabağına da yığsan yer. Mekanlarda görüyorum mama sandalyesinde oturmuş bebeler sakin sakin önlerine konanla meşgul oluyor, bizimki ne önüne konanı yer ne de bir şeyle meşgul olur. Sadece gezer. O yüzden biz beyimle bir yere gittiysek yemeği sırayla yeriz.

Neyse ki işler biraz düzelmeye başladı. Mırıl Hanım şu anda 20 aylık. Kilosu hâlâ 3 persentil sınırında. İştahı kabul edilebilir seviyeye geldi. Ama 1-1,5 yaş çocuğu için. Olsun canım, kilosu zaten 9 aylık bebek kilosu kadar. Bir kademe küçük olmasını öp başına koy. Hemen hemen bütün kıyafetlerini "seneye de" giyen bir bebe olması bazen içimi karartıyor ama ne yapalım, bir kase çorbayı akşam yemeği diye yiyen adamın yavrusu ne olacaktı ki?

10 Mayıs 2014 Cumartesi

mırıl hanım ile bir yıl (ve daha fazlası)

Mırılımızın ilk yaşını havai fişeklerle, süslü püslü davetler ve başka birtakım muhteşemliklerle kutlamayı isterdik tabii ama pek öyle olamadı. Hastalıktan veya üzücü bir olaydan dolayı falan değil, basbayağı tembellikten ve yorgunluktan. Zaten bence ilk doğumgünleri çocuklar için değil daha çok anneler için. Çok zor geçen bir yılın sonunda "vay anasını bir yılı devirdik" kutlaması o ilk yaş partileri. Ha o ilk yıl çok zor geçtiyse o kadar teferruatlı parti hazırlıklarına nasıl vakit bulunuyor, yok ilk yıl kolay geçtiyse bu kadar sevinilecek ne var diye de düşünmeden edemiyorum. (geri aldım, sevinilecek şey olma mı ya, bir yaşında bebe, kendini kurtardı sayılır artık - benimki hariç.)

Mırıl Hanım'ın ilk yılı da diğer ilk yıllar gibi zor geçti. Ama bu zorluk ilk aylarda uykusuz geceler, ardından yavaş yavaş oturan uyku saatleri, sonrasında katı gıdalarla tanışma, yemek saatlerinde tatlı yaramazlıklar ve en sonunda yürüme şeklinde lineer bir seyir göstermedi. Aksine Mırıl Hanım, başlarda çok kolay, sonra zor, sonra biraz daha kolay, sonra aşırı zor ve gittikçe zorlaşan bir seyir izleyerek sevenlerini duvardan duvara vurdu. Mırıl Hanım'ın ilk yılını kabaca ikiye ayırabiliriz: ilk 4 ay ve sonrası. Madem burada bir annelik blogu tutamadım, şu ilk yılımı özetleyen bir yazı yazayım da yüreğim soğusun ayol.

İlk 4 Ay

Mırılımızın mırıl mırıl bir bebek olduğu bu 4 ay boyunca dünyanın en acayip mutlu, en şefkatli annesi bendim. Nasıl mutlu olmayayım, geceleri ağlamayan, uyanıp memesini emip etrafına biraz baktıktan sonra uyuyan, kırkından sonra beşiğine yatırdığımda da güzel güzel uyumaya devam eden, 2 aylıktan sonra geceleri deliksiz uyuyan, bazen bir kere uyanan bebem vardı. O aylarda eve gelen evde bebek olduğunu dahi anlamazdı. Odanın bir köşesine koyuyorsun, noktacık gibi duruyor orda. Şahane emiyor, gün geçtikçe tombikleşip bir ay parçasına dönüşüyor, sevenlerini daha da sevindiriyor. Öyle olunca annem 3 hafta kaldı, gitti. Sonra başbaşa kaldık Mırıl Hanım'la. Neredeyse hiç ağlamıyordu. Ben de onu koynumdan çıkarmıyordum. Göğsümde uyutuyor, kucağımda gezdiriyordum. Bebemiz cennetten bir hediye, evimiz cennetten bi köşeydi.

4. Ay

Gün geçtikçe tombikleşen Mırıl Hanım 4. aya gelindiğinde artık kırmızı suratlı bi enik değil seyrek sarı saçları, pamuk beyaz teni, iri mavi gözleri, minik ağzı ile tam bir fotoğraf bebesi idi. Geniş alnı sivri çenesi ile doğduğunda kediye benzerken tombiş yanakları artık alnı ile birlikte bir daireyi tamamlıyordu. Bu haliyle ne anasına ne babasına, o yuvarlak suratın ortasındaki minik çıkıntı burnu ile bir nohut tanesine benziyordu. Buradan sonra kendisine aramızda Nohut demeye başladık.

Nohut Hanım 4. ayda yan dönebilmeye başladı. Ayaklarını tuttuğunda doktoru ayy ne de çok ilerlediğini bize müjdeledi. Ayaklarını tutması için erkenmiş. Hamileyen bir doktorun "çok hareketli olacak bu" uyarısına kulak asmadığım gibi bu işaretten de bir şey anlamadım. Dönme işini iyice kavrayınca uykusunda çılgın gibi döner oldu. Üşengeçlikten gündüzleri beşiğine değil büyük yatağa yatırıyor, 15 dakikada bir kontrol ederek genelde yatağın uzak köşesinden alıyordum. 5 kiloluk bir bebe, koca yatağı uykusunda baştan başa geçiyor, icabında çapraz ve burgu figürler sergileyerek bizleri şaşırtıyordu. İşte bu aralar Nohut Hanım'ı birkaç kere düşürdüm. Umarım ileride affeder beni, ama kendisi de gerçek bir manyaktı. Beşiğe yatırsam iki dakka sonra kenara köşeye sıkışıp iki büklüm uyuyor, sereserpe yatağa yatırsam düşüyor. Bir ana olarak her türlü ciğerim pare pare oluyordu. Yaşından beklenmeyecek çevikliği sayesinde gözümün önünde oynarken düşmüşlüğü bile var, ele avuca sığmıyor.

4. ayın bize müjdelediği bir başka problem ise aniden kilo alışının azalması oldu. Doktoruna sorarsak hemen mama başlamalıydık. Ama çok hareketli, bi anda hareketlendi doktor? Yok ondan değil, MAMA BAŞLAYIN. Allahallah. Sonra hastanede emzirirken bi başka kadınla tanıştım, meğer bu mama başlayıncı doktorlar bir tane değilmiş. Kadıncağızın ilk çocuğunda doktor böyle başının etini yemiş de, bu ikinci çocuğa hemen biberonla mama vermeye başlamış. "Kof kilo ama olsun, en azından içim rahat" dediğinde ne düşüneceğimi bilemedim. Ama mamaya da başlamadım. İlk 6 ay sadece anne sütü düsturunca 6. aya kadar emzirmeye devam etmeye karar verdim. Muhtemelen bu aydan sonra toparlayacaktı, paniğe lüzum yoktu.

6. Ay

Sizce Nohut Hanım 6. ayında ay parçası haline geri döndü mü? Ne dönecek, kilo almadığı gibi daha da hareketlenmeye devam etti. Elalemin bebeleri bir oturdu mu 1 yaşına kadar yerinde oyuncak oynar, fakat Nohut Hanım oturdu mu önündeki yastığı tekmeler. Yere koyulunca "beni de götüür beni de götüür" diye huysuzlanır. Yerde emekleme provası yapar ve 6. ayın sonlarına doğru emeklemeye başlar (bravo). Emeklediği hafta sehpaya tutunup ayağa kalkar (oha). Bu esnada anası olacak ben de "südün yetmiyooor südün yetmiyoor" diyerek taciz edilirken bir yandan tek iyi tarafı olan gündüz uykularını da azaltmaya başlayan bebem ile ağustos sıcağında mücadele ederken akli dengemi korumaya çalışıyordum. Yine böyle evde oturamadığım, sıcaktan sokağa da çıkamadığım bir günde epeyce uğraştığım halde uyumayınca klimayı açıp salonun kapısını öyle bir kapattım ki kapıdaki cam kırılıp ayağımı kesti. Beni kan tutar. Neyse ki bi köşede bayılıp kalmadan beyimi arayabildim de kendisi yetişti geldi. Ayağımdaki yara bir ayda iyileşti, cam ise altı ay kırık kaldı. (ilgisizlikten)

Buradan bakınca çileli gidişatın 6. ay civarı başladığını görüyorum. Bu yazı çok uzar, devamını da yine böyle bebemi uyutup geç vakite kaldığım o cennet parçası gecelerden birinde yazayım ve umayım ki bu aylar sonra olmasın.

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails