29 Haziran 2009 Pazartesi

mariya kafandaki toka olayım

Saçlarımı şöyle tepeden toplayan, topladığı yerde bi saatten fazla sabit duran bir lastik toka bulamadım dostlar...

Alt tarafı lastik anasını satayım, az sıkı oldu mu sımsıkı durur yerinde. Zira öyle ipenk gibi, dümdüz ve bir gıdım saçlı değilim. Bir gıdım saçım var ama ipenk gibi dümdüz değil işte needem. Toka tutmasına mani değil yani, saçlarım gayet tutulabilir evsafta fakat o tepeden toplanmış at kuyruğu bir saat sonra bolarıp aşağı iniyor, hele fiziksel aktivite olsun daha da çabuk iniyor. Fiziksel aktivite dediğim de dolmuşa yürüme filan, en fazla kırmızıya dönen ışıkta karşıya koşma... İşte böyle anlarda elimi atıp enseme inmiş at kuyruğumu farkettiğimde daha da bir gıpta ediyorum Maria Sharapova'nın kafasındaki tokaya.

mariya yine çok güzel

26 Haziran 2009 Cuma

ne güzel tespitler bunlar

Mizah dergilerinden mi çıktı nerden çıktı bu tespit manyaklığı ya? Ben biliyorum bi tarihte birisi böyle yazılar yazdı ve o gün burcu güneşte (burcu güneş?) olanlar etkilendi bundan, sonra hep tespit yaptılar. Bloglar dolusu, sözlükler dolusu tespit ettiler, tespit etmelere doyamadılar.

Bi de şimdi öyle konular var ki ne söylesen doğrudur. Mesela? Mesela genellemeler, hem de kadın erkek genellemeleri uuu çok prim yapar bunlar... Bişey söyle, dünyanın en amdan götten tespiti olsun, sadece tek kişide test edilmiş olsun illa ki onu da alkışlayan çıkar abi. En basitinden bi harbiden yaaa alır bu tespit. Daha genel bişey olsun, daha yüzeysel olsun illa senin bahsettiğin gibi birileri bi başkasının da etrafında vardır, adam tabi bu durumda ne yapacak, şaşkınlıkla alkışlayacak, sana hayran olacak kaçarı yok...

Ben bu tespitlerin en çok kadınlar tarafından yapılanlarına bayılıyorum. Bi de böyle hayatın dark sideında duran tipler var. Var ya karı arka planı simsiyah seçmiş, üzerine de bordoyla yazmış, nasıl bi mesaj var burda "beni ancak emek verirsen okuyabilirsin"? Bi git be abla, ondan sonra ver depresyonu ver bilek kesenleri ver allah ver... "Ben hiç böböbö olmadım ki" "bilemedim ki öyle olacağını, ikiyüzlüymüş hayat" vay be? Neyse bu gelişigüzel nefret kusmaca oldu, bunlara tespit denmez tabii ben de biliyorum.


Esas tespit edenler kadın erkek meseleleri üzerine konuşanlar, bi de alttan "ben tam 434523542 erkekle yattım, gözünün seğirmesinden zikinin boyunu bilirim" mesajı var ki of anam of... "Gel gör ki hiçbirinde mutluluğu yakalayamadım, aşka inancımı yitirdim bebek" daha da ileri gidelim "İnsan çok şey bilmemeliymiş :((" Şimdi bu acayip özgürlükçü, hatta tavırcı bi tavır. Adeta toplumun değer yargılarına inmiş bir balyoz, ne diyosun lan kadınlar da mı sevişiyo? Vallaha mı? Sıçıyodur da şimdi bunlar, yemin et? Manyak mısınız lan, kadınların sevdiğini seviştiğini topluma anlatmakla mı görevlisiniz siz? Sevgi elçisi misiniz? İki tane eksik akıllı buna karşı çıktı diye bütün toplumu karşısına almış gibi bi tavırlar, "hey dostum asiyim ben, farklıyım" filan...


News flash bebeyim 2000lerdeyiz artık hiçbir şey farklı değil... Bu böyle maalesef, Wembley Stadyumunda dötünü de parmaklasan marjinal olamazsın, 60lardaydı o sex drugs hıhı... Geçti onlar, hele sevişmekle filan hayatta marjinal olamazsın. Sokakta senin tipine bakıp beğenmediğin kadın deri donla, jartiyerle geziyor alış buna. Hepimiz alışalım rahatlayalım yeter artık...

--Resmi de bi edebiyat sitesinde buldum, altındaki şiiri yazmazsam duramam, yaşayamam. İşte o şiir...
(fontu formatı düzelttim biraz, metne dokunmadım. Sondaki üç noktaya dikkat)

sevişken zamanlar

ellerin dokunsun bana
parmakların saçlarımı tarasın ilmek ilek
kolların belimi sarsın

arsızım
/ar damarım kurusun-çatlasın
bırak dudakların alev alsı...
...

(buna gelen ilk yorumu da ekliyorum, sevgiler)
Yalın ve cesaretli dizeler.
Sıradışı kurgu.
Tebrikler.

Gerçekten sıradışı evet.

25 Haziran 2009 Perşembe

göze göz, dişe diş


Duyguları yüreğinden daşan, onları zaptedemeyen ama terbiyesinden de ödün vermeyen adamların düştüğü durum ne acayiptir... "Aklı poposunda olanlar" gibi bir cümleyi okuyunca aklıma bu geliyor. Yazık lan hem kızmış, hem de sik, göt diyememiş eheheh... Ben de üzülüyorum bu manzara karşısında tabii, zira bizim orda göte göt derler. Popo ne lan?

Aklı poposunda deyince çocuk bezi reklamlarındaki gibi bir naiflik, aslında o çocuklar hiç zıçmıyorlarmışçasına, sanki konu bu değilmişçesine bir şirinlik var ya, hani bir aymazlık var ya, işte o geliyor aklıma. Aklı poposunda, poposu hep kuru. vay vay vay...

tecrübe ettim

Şu kafaya takılan lastikli bantlar var ya, hani üst kısmı lastiksiz enlice kumaş, saçların altına gelecek yeri lastik. Hani aslında lastiksiz gibi davranıyor. Hah işte onların mümkün mertebe gevşek lastikli, hatta en gevşek lastikli olanından almak lazım.

Ben genelde kumaş şeklinde olanları sağdan soldan alıp kafama bağlıyorum ama kolay olur diye iki tane lastikli almıştım, kolay kolay çıkmasın diye de bi sıkısından seçmişim anaaam nası baş ağrısı yapıyo onlar evlerden ırak... Sonra akıllandım daha gevşek lastikli aldım, günün ortasında çıkarıp atma isteğinden kurtuldum. Ve fakat o da günün sonunda bambaşka bir şeye sebep oldu, kafatasımın kulak arkası bölgesi kemiklerinde ağrı. Aslında bakınca benim kafamın şeklinden de olabilir bu, herkese olur mu bilmiyorum. Baktım böyle kulaklarımın arkasına doğru hafif çıkıntılar var, zaten onların yüzünden taç toka da takamıyorum hayvan gibi ağrıtıyor.

Neyse aklıma geldi yazdım, olur da birinin yolu düşer, almaya niyetlenir, bak tekrar ediyorum gevşek lastikli olacak. Mümkünse lastiksiz olsun hatta.

23 Haziran 2009 Salı

zenginler laneti


Dönem dönem gazetelerde televizyonlarda haberleri çıkar, zengin birtakım güruh binlerce dolores verip şunu bunu alır, tasası da bizim gazeteci/magazinci takımı eliyle çalışan kesime düşer. Evet yine onlar, yine o sınıf atlama meraklısı, kadınları zengin koca sevdalısı, senede üç gün tatil köyüne gitmek için bütün yıl taksit ödeyen, televizyondaki denyo dizilerin hedef kitlesi, laf ekonomiye, eğitime geldi mi mangalda kül bırakmayan eksik akıllı kesim... Bunların bir özelliği de elalemin çantasına harcadığı parayla kaç fakirin doyacağını, kaç köy çocuğunun okula gideceğini hesaplamaktır. Bunu toplumsal bir görev gibi görür, bu şekilde konuşmaktan o açları kendileri doyurmuşçasına keyif alırlar.

Hatırlıyorum, bi seferinde kadının biri onbin dolara mı ne çanta almıştı, bu halkın sesi de ayyuka çıkmıştı vay efendim olur mu öyle şey diye. Kadıncağızla röportaj yapmışlar, hesap verir gibi yardım yaptığı yerleri falan açıklamış. Ayıp lan, ben olsam kapımdan kovarım "size ne lan pis fakirler" derim. Kadın efendiymiş yine, bunları adam yerine koyup anlatmış. Yalan söyleyecek değil, sağlam da yardım yapıyormuş sağa sola. Ama yok işte o çantaya verdiği parayı da versin, neden vermiyor? Demek ki var daha, olmayıncaya kadar, kuruyuncaya kadar ona buna dağıtsın. Hatta biraz da sana bana, yarım akıllı maaşlı denyolara dağıtsın dimi? Size kazandı çünkü, hepiniz söz sahibisiniz onun kazancında. Tatile giderken, lükse harcarken sormak zorunda. Neden? E siz alamıyorsunuz çünkü, siz alamıyorsanız o da almamalı. Almayınca ölünmüyor bak, ne gerek var ki o da almasın dimi? Tarraaamın antenleri sizi...

Hastayım zaten bu halk takımının zengini ötekileştirmesine, öyle ki adamlar uzaylı sanki, bambaşka, nefret edilesi bi tür. Sırf zengin diye tipine bile saydırır, niye? Zengin ibine, kimbilir kimlerden tırtıkladı, kimbilir kimleri dolandırdı. Böyle de para harcıyor torrrospu çocukları, millet açken sefa sürüyor monakoduklarım... Sanki kendisinde olsa kendisi yapmayacak. Ben sana bişey söylim mi, o maaşlı denyonun önüne o paranın yarısını koy, orospu çocuğunun en hası olmazsa gel yüzüme tükür. Öyle de şerefsiz, yamuk karakterli adamlardır bunlar. O zaman hatırlatırsın açları, okuyamayan çocukları. Adam o yokluğun içinde bile 20 taksitle plazma tv alıyor, 12 taksitle tatile gidiyor boru değil, parası elinde olsa kendini kaybeder herhalde. Zaten piyango talihlilerinin iflah olmayışından belli, o kafaya para geldi mi bünyeyi bozuyor. Halbuki kendi kazanan adam olayı sindiriyor zamanla, bu dangoz gibi iki günde damı dötü dağıtmıyor.

Ha bu dangoz da zaten o kafayla zor para sahibi olur, anca piyangoyla. Hem zaten bizde zengin olmak, zengin olmayı istemek çok ayıptır. Para için bişeyler yapmak büyük karaktersizliktir. Hepimiz beleşe çalışıyoruz zaten, markete de öpücük veriyoruz. İnsanın yüreği iyi olsun sonuçta önemli olan bu.

21 Haziran 2009 Pazar

nerden geldim nereye gittim


Bok var karı olmakta, aman süper bişey herkes karı olmak istesin "dünya kadar malın olacağına fındık kadar hamun olsun hacu" her şeyin birim fiyatını tek birime indiren, şu hayatta mastercard'ın bile alamayacaklarını aldıran bir şey o. Naparsan yap "edilgen" ama. Üstelik sahibi yoksa da bi boka yaramıyor.

Şimdi feminikler bana kızıp lanetler yağdırsın, üstüme şimşekler göndertsin ne derlerse desinler ama "sahipli kadın" denen bir olay var toplumda. Kadın evleninceye kadar sahibi ailesidir, sonra evlendiği heriftir. Her şeyinden o sorumludur, barınmasından, yemesinden içmesinden, giyinmesinden, hatalarından, gezinmesinden ama hesabını da sorar. Yani gezdirilecekse herif gezdirir sen öyle konsere monsere gitmezsin, elin herifleriynen gezemen gece vakitleri "sahibin" kızar. Sahibe hesap verirsin bi de, adamın sağladıklarına karşılık olarak. Gerçi sen sahibin eline bakıyosan hesap da verirsin tabi, ben sahip olsam ben de sorarım hesap.

Diğer türlü karışanın görüşenin olmadı mı da otomatikman kevaşe olursun motor olursun. Hele de tek başına yaşıyosan uuu ortamlarda direkt götürülecek karı olursun evine giriş çıkış rahat çünkü. Yüz vermedin mi iki katı kevaşe olursun o sebepten gezmece tozmaca işinin tadı biraz kaçar. Bunları kovalayacak sahibin de yoktur, arada sahiplilere özenirsin ama o da boktan bişey neticede. Hatta tiksinç bile, "irkeğim beni kıskanmalı" tarzı hanzo karılar vardır aha onlar tam sahipli karı modelidir, bayılırlar sahip olunmaya. Dayak mayak yerler ama o ayıyı da bırakmazlar, ayı da bunun hem her şeyine karışır hem delice sahip çıkar; alışverişini öder, her yere götürür ve her yerden alır, yanından ayrılmaz korur ve kollar. Bizim şehirlere kurt iniyor çünkü kapar adamı maazallah, herkes yanında ayıyla gezmeli o yüzden.

Bu sahipli karı modelinin bi çıkışı orta karar bi herifle evlenmektir. Böyle kimsenin musallat olmayacağı cinsten, fazla dikkat çekmeyen bi düz adam seçip aileye göstertip sonra adamın himayesine girer ve ilk iş röfle yaptırır bunlar. Baba himayesinden iyi sonuçta ama dimi? Baba her şeye kızar çünkü, adamı iki öpücükle yola getirirsin. Adam sana bakmak zorunda zaten çalışmazsın da, bi de bebe yaptın mıydı taam artık yeryüzünde ulaşılabilecek en has kadın mertebesine ulaştın. Ondan sonra akşama kadar ev işi yap yap kendin bak, misafir ağırla, işte kocanla şunu yaptın bunu yaptın feysbuka şuraya buraya fotoğraf koy, bugün bunu giydim diye blog tut ne bilim. Hayat sana güzel, bana değil ki...

19 Haziran 2009 Cuma

kadıköy'e komple kafam girsin

Şöyle kırk yılın başı, işe erken gelicem dimi... Erken kalkmışım sallana sallana enaaam otobüse bineyim demişim teah ulan nefret ediyorum Kadıköy'den... Pisliğinden, kalabalığından, gürültüsünden, özenti mekanlarından, gerizekalı müzik marketlerinden, pis kokan türkü barlarından, saçma sapan etnikçi dükkanlarından, sokak arası rockerlarından her şeyinden nefret ediyorum. Böyle Kadıköy dendi mi gitmeyesim geliyo, ordan geçip gidiyorum diye işimden tiksinir oldum. Şimdi bana Moda var, ora var bura var demesin kimse Moda zaten Moda ayrıca banne ki ordan geçip bi yere mi gidiliyo?

Kafamdaki nefreti tarif etmekte zorlanıyorum ulan, şimdi sinirden dönüp kendimi skecem... Bir kere bu Kadıköy asla insan yürüsün diye yapılmamış, kalemine zıçtığım belediyecisi şehir planlamacısı ne yapmış ne takip etmiş... Hele o rıhtım civarında insanın yürümesine, bi yerden bi yere gitmesine imkan yok götünde gözün olması lazım ezilmemek için. Her dakka gözün felfecir okuyacak abicim öyle, arabalar da insanlar da üstüne üstüne geliyo. Arabayla da asla girmek istemezsin, günün her saati kalabalık, trafik, keşmekeştir. Önüne hababam insan atlar. Zaten bi garip bi yerlerden dolanırsın paso, kavşak var ama istediğin yere gidemezsin böyle de sittiriboktan bi düzeni var. Şimdilerde otobüs durakları dolmuş durakları düzenlendi ama hah iyi halt oldu hepsi bi araya geldi. Ordan dakka başı otobüs çıkıyo, hepsi aynı caddeye, ve hep aynı salak yolu dolanmak zorunda, öyle olunca senin sallana sallana kavşaktan iki dakkada gideceğin bir sonraki durağa otobüs on dakkada gidiyo. Abartmıyorum sabah bindim bu sktimin 4 bostancı otobüsüne, durağa gelmesi tamı tamına 15 dakka sürdü. Aman da üşenmişim kavşağı geçip durağa gitmeye, aman da bineyim oturayım demişim hay benim o aklımı eşşekler sksin. Daha da binersem o otobüse ford kamyonla muamele etsinler beni. Höh be...

16 Haziran 2009 Salı

şehirli adam ezikliği



Romantik, ince ruhlu, kedisever şehirli erkeğin başta hoş gelen bir defosu da şehir hayatına karşı tarifsiz bir eziklik duymasıdır. Fakat bu ezikliği öyle bir tasvir eder ki, öyle bir donkişont olur ki "oyyy yerim" diyesi gelir insanın, düşman olası gelir şehire. Gerçi bizde İstanbul'dan başkasına şehir denmez, günahtır. Öte yandan Ankara'nın mesela her yeri şehir olsa nolur, "şehir dışındayım" desen gülerler adama. Ben gülerim. Zaten şehir tabiri de direktoman New York'a the city aşşa the city yukarı, cityden geldim citye gittim denmesinden apartma sanırım. sexendisiti çünkü.

Neyse ne diyordum, bu şehir, ışıklar, binalar, işte gösterişli hayat tarzı filan bizim duygusal elemanın ruhunda bazı bazı yaralar oluşturur. Ne bileyim insanların suratındaki boşluktan rahatsız olur, onlara acır. Fabrikasyon dekorasyonlara düşman olur, iş hayatındaki yapmacıklık onun çocuk ruhunu örseleyebilir, trabzanlardan kaymak isterken kaseyi çatlatsa gülemezsin çünkü sen ne anlarsın ruhunu modernizme satmış bir orospu çocuğusundur onun gözünde. İçindeki çocuğu kredi kartı borcuna karşılık rehin vermişin gibi, hayatının baharını taksitle almışın gibi davranır sana. Bunların da hiçbirini söylemez, böyle blog gibim mecralara akar, sel olur taşar duygular. Sen bilmezsin adamın içinde neler olduğunu, "ya sessiz bi çocuk, garip biraz ama iyidir bi zarar gelmez" dersin ama senin zarar gelmez dediğini duysa başını gövdenden ayırma planı dahi kurabilir; özgür ruhunun götürdüğü yerden getirttiği kılınçla. (biliyom lan kılınç değil kılıç, santranç değil satranç. wakizashi hatta, naber?) Bunlardan güzel sosyopat çıkar.

Öte yandan süper aşık olur bunlar, süper tatlı yazış takılırlar böyle oricinal süprüzler ne bilim masada bir yeşil elma, üzerinde datlu bir mesaj tarzı, smsle ilginçlikler olsun işte ilginçtirler, kadını şımartırlar, römantiktirler velakin çekilmezdirler bence. Yani iki çift ciddi laf edemezsin, para biriktirek de şunu alak diyemezsin, yanında daha çok para kazanmayı düşleyemezsin sosyal sınıf budalası olursun direkt. Adam kötünün keyfine, pardon içindeki çocuğun kötünün keyfine böyle eşşek kuyruğu gibi ne uzayayım ne kısalayım tarzı bi hayat felsefesi geliştirmiştir. Çalıştığı yerde kölelik yapıyormuş modundadır sürekli, bütün çalışanlar köledir yok ben değilim diyemen. Patronlar ölüdür, yıllar önce ölmüştür onlar çünkü ruhları ölüdür, kakadır onlar. Şiir yazan, deviantartta karanlık resimlere bakan, siyah beyaz fotolar çeken ne bilim bir cumartesi gecesi evinde yapayalnız içip sızan insanlar süperdir. Arada intiharı filan düşünüyorsa daha da süperdir, duygusal adam hafif de depresiftir. Hayattan ve her şeyden sıkılmış, hepsini bırakıp gitme isteğiyle doludur.

Benim yazarken içim bayıldı daha ziyade tasvir edemeyeceğim kendisini lakin bunu bir ergenlik bunalımından çıkarıp bir yaşam tarzı layfstaylı haline getiren insanlar var. Onlara karşı ne yapmalı bilemiyorum, ben gördüğüm yerde söylediklerini ilk defa duyuyormuş gibi yapıyorum güzel oluyor.

İnsanlara ne çok tepeden bakan, ne de iğrenç bir varlığım dimi? Hiç umursamıyorum hayallerini filan. Evet aynen öyle.

-- City mity diye resim ararken tabi bi sürü sex and the city resmi çıktı. Fashion victims adı altında apayrı bir tespit olayına giresim gelmedi o yüzden derhal ekleştiriyorum. Esas victim şu en sağdaki kırmızı elbiseli abla, bluzun kesiminden kafam kadar kemerine, inanılmaz derecede şekilsiz çantasına kadar kırmızı giyerek hipnotize etti beni, bi süre kitlendim ciddiyim. Elindeki çanta da ne çirkinmiş lan, muhtemelen ona ödediği parayla 986950 tane aç doyar da konumuz o değil. Anam abla değilmiş bi de bu teyzeymiş, neyse onun yanındaki abla da bi yamuk çıkmış. Ben öyle çıksam gider fotoğrafçının bacaklarına hasar veririm, ömrünün geri kalanını böyle yengeç gibi yürüyerek geçirir. Diğer ikisi daha stil sanki,  kravatlının çantası da bi başkaymış. Ne var ki onun içinde şapka mı?

12 Haziran 2009 Cuma

etek sevdası


Öğrendim ki acil durumlarda "bacakları da iki dakkada jiletlerim" diye bir şeye güvenmek yanlışmış, öyle bir şey yokmuş. Yani varmış da bacak iki dakkada jiletlenebilen bişey değilmiş...

Kaç gündür üşeniyorum bacak macak almaya ama acayip de etek giyesim var. Geceden karar verdim o etek giyilecek, sabah da bacakları iki dakkada cart curt jiletlicem, tembellik etmicem. Sabah aynen böyle şen şakrak uyanıp banyoya koştum. Fakat benim iki dakka sandığım işlemin gerçekte 15-20 dakka süreceğini bilseydim hakikaten bu işlere hiç kalkışmazdım. Aslında iyi oldu, salaklığım sayesinde tembellik etmemiş oldum ama işe de geç kaldım.

Şimdi ben hayatımda toplasan 2-3 kere bacak jiletlemişimdir, o yüzden hem elim acemi, hem de gerçek süresi konusunda fazla iyimserim. Bi seferden bi sefere unutuyorum çünkü. Ekipmanım da yok anasını satim kardeşimin bi tarihte "geldiğimde kullanırım" hesabı alıp koyduğu tıraş bıçaklarından birini kendime seçtim ve başladım cart curt takılmaya. Erkek suratı gibi kokmasın diye tıraş köpüğünü kullanmadım yannız, bildiğin sabunla köpürttüm bacakları. Kıllar da maşallah kıvama gelmiş, atmasan yastık yorgan dolar. Bi yandan da korkuyorum sağımı solumu kesicem diye, beni acayip kan tutar çünkü. Kestim de gerçi ama jilet kesiği enteresan bi olay, hayvan gibi kan çıkabiliyo ama acımıyo. Acımaması bana teselli olduğundan kanı da hemen yıkayınca ufak kesikleri dert etmedim. Bi de aynı yerden "aman kıl kalmasın" diye elli kere geçince hafif yanmaya başladı bacaklar. Ben de fazla tadını kaçırmadan bitirdim, zaten vakit dar. Sonuç da tabi ağda yapılmış bacak kadar cillop olmadı ama insan içine çıkabilir bi hale geldim. Zaten batıklarım vardı onlar da çıkmış olur bu sayede diye sevine sevine giyinmeye koyuldum.

Eteği giyince gerçekler sırıttı tabi, benim bacakların sadece görünen bölgesi temiz göya ama etek benim düşündüğümden biraz daha kısa çıktı. Nası diyim tam sınırda, eğilip doğrulamazsın. Bi bakıma iyi aslında kıllarım görüncek diye az dikkatli oturur kalkarım. Aslında kimsenin kılına eteğinin bitim noktasına filan bakmadığımı da farkettim, ben bakmıyosam kimse bakmaz, bakarsa da banne rahatlığıyla evden koşarak çıktım. Bakanın da kendine eğlence çıkmış olur, nolur en fazla "aa salağa bak bacağının yarısını almamış" der, çok da s.kimde olur...

Alt tarafı bacak tıraşlamışız anlattığım hikayeye bak yannız, süt içtim dilim yandı konseptinin hastasıyım.

9 Haziran 2009 Salı

hasta torpili


Epeydir kafama takılan bir mevzu var. Hani bu iş hayatında "hastayım" bahanesi ile her kapıyı açma hikayesi vardır, işyerinde biri ortalıkta yoksa, doktora filan gittiyse sanki çok haklı bir bahanesi varmış gibi davranılır. "Hastaymış canım, doktora gitmiş". Ben de hep "neden iş saati gitmiş" diye düşünürüm. Yani bu doktor randevusunu haftasonu alamıyor muymuş, devlet dairesi mi bu haftasonu çalışmıyor?

Çok önyargılı olmak istemiyorum, çünkü öyle sık sık doktorla hastaneyle işim olmuyor. Belki de hakikaten haftaiçi gündüz saatlerinde yapılması gereken bir şeydir, bilmiyorum. Ama denedim, öğrendim.

Bikaç haftadır dişçiye gidiyorum, randevularımı da gayet haftasonuna alabiliyorum (o yüzden bikaç hafta sürüyor zaten). İşyerinde kimsenin ruhunun duymasına gerek kalmıyor. Ve fakat bu randevulardan birini, doktorun yoğunluğu sebebiyle haftaiçi bir öğleden sonraya vermeyi teklif ettiler. Ben de şu işyerindeki hasta insan torpilini doyasıya yaşamak, hemi de bu olayı bi denemek için tamam ulan dedim.

Anasını sattımın iki senelik iş hayatımda hasta bahanesiyle işe gelmeyişim toplam 1.5 gün. Birinde başım ağrıyordu hayvan gibi, yarım gün gitmedim hayatım kurtuldu. Birinde de hayvan gibi nezle olmuştum kılımı kıpırdatamıyodum ki yerimde başkası olsa üç gün rapor alırdı, evde olduğum gün öyle kalkıp dolaşamıyodum bile. Şu halde yarım günü, hatta 3.5 saati haydi haydi hakettiğimi düşünürken gördüğüm muameleye bak.

"Bu seferlik problem değil ama randevularını mümkünse iş saatleri dışında al, olamıyorsa bana daha önceden haber ver."

Merak ediyorum mesela "göz doktoruna gidicem", ne bilim "evin doğalgazını açtırıcam" diye işe gelmeyenlere de aynısı söyleniyor mu. Özellikle belirttim bi de, dişçi bu. Belki bir gece ansızın ağrım tuttu? Belki sabah dişimi kırdım?

Ha ben aslında bu bakışı sonuna kadar destekliyorum. Yani hasta olmak işe gelmemek için bahane olmamalı. Öyle ya, iyi baksaydın kendine. Bakamadıysan da bana zarar vermeden tamir et kendini, edemiyorsan haber ver. Son derece haklı adam. İnsanın elinde olmayan durumlar "özür" sayılabilir, elinde olanlar sayılmaz. Hasta olmamak insanın elindedir, senede bir kere hasta olabilirsin ama hababam baş ağrısı, diş ağrısı, karın ağrısı çekiyorsan git çare bul, bunu özür sayamam.

Fakat normal görüş öyle değil, normal görüşte hasta olmak insanın elinde olmayan, konrol edemediği bir durum olarak kabul edilirken "canı çalışmak istememek" öyle değildir. Ne demek "çalışasım yok", eşşenk gibi olacak, koca adamsın çünkü. Bunu bilen bütün çalışanlar da çalışmak istememek yerine hastalık bahane ederler, hasta torpilinden de doyasıya faydalanırlar. Ben bir seferlik şu normal çalışan moduna gireyim dedim, başıma gelene bak...

Aslında çok dertliyim lan, çünkü bu bi güven olayı Ercan. İşveren çalışanına güvenecek, çalışan da işverenine ufak tefek dalavere çekmeyecek. Ama genelde bu iş öyle değildir, çalışanlar hep işvereni ufak üçkağıda getirmeye çalışır, işverenin de gözü hep çalışanın üstünde olmak zorundadır. Mazallah arkamı dönersem s.ker bu beni hesabı. En basitinden adam işyerinde internette takılıyosa patronu/müdürü gelince çalışıyomuş gibi yapar, ne bilim işte nasolsa hastayım diye tüm gün gelmez keyif çatar. Bunun başındaki adam da böyle olduğunu bilir, en ufak bir hatasında herifin tepesine biner, işe geç geldi mi de fırça atar. Bunu herkes bilir, herkes buna göre davranır.

Bense mesaime para ödeyen adama kendimce dürüst davranıyorum. Elimden geldiğince o mesaiyi ona vermeye çalışıyor, veremediğimde, ya da yeteri kadar verim alamadığımda bunu telafi ediyorum. Aslında sadece mesaimi değil, emeğimi de satıyorum. Halbuki o ısrarla sabah 9da orada dikilmemi söyleyerek sadece mesaime talip olduğunu belirtiyor, ama bu hesaba göre akşam 6 oldu mu çekip gidebilmeliyim. İşlerin bitip bitmemesi zerre kadar umurumda olmamalı. Ya da aynen böyle, göz gördüğü sürece mesaimi harcamalı, gözler beni görmediğinde anında kaytarıp kaybolmalıyım. O zaman beni, arkasını döndüğü anda ortamdan haber dahi vermeden çekip giden elemanla raha rahat aynı kefeye koyabilir. Canı istediği kadar fırça atabilir. Ben de bir dahaki sefere ona daha büyük bir ufak üçkağıt açarım, ve bu böylece sürer gider.

8 Haziran 2009 Pazartesi

konteynır

Şu resim az evvel günüme neşe kattı.

Bahsettiği şey Maven archetype. Maven diye bir şey çalışıyorum işte ant gibi, o tarz bir iş yapıyor, teferruata gerenk yok. Bunu anlatırken adam "konteynır olarak da adlandırılmaktadır" diye açıkladığı şeye daha da açık olsun amacıynan hakiki bir konteynır koymuş. Dikkat ederseniz konteynırı öyle mal bir dikdörtgen prizma şeklinde tasvir etmek yerine iş üstünde göstermiş; vinciyle kamyonuyla görev başında doğal ortamında bir konteynır. Bravo.

Halbuki kod yazan, ingilizceye aşina olmasa da "container"a aşinadır - ve o aşinalık asla limanda yüklenmekte olan bir konteynır değildir. Ya da ne bileyim öyle midir, öyleyse bile çok acayip bir tasvir bu. Adı üstünde "contain" eden içerikçi, derleyici toplayıcı bir arkadaş. İster kargo içersin ister kod içersin, ama kod içeren bir şeyi anlamak için "haa taam işte gemideki konteynır gibi lan" şeklinde bir bağlantı kuracaksam da benim o anlayışım olmaz olsun. Bilmeyene bi faydası oluyor mu acaba bunun, merak ettim. Beni çok başka alemlere götürdü ama eheh...

5 Haziran 2009 Cuma

zodyaklara gelesin


Bi burç manyakları vardır böyle her hareketi, eylemi, işi oluşu illa kalkar burcuna bağlar. "Ben terazi olduğum için dayanamam öyle şeylere". Sanki dese ki "Şu harekete kıl oluyorum, hiç gelemiyorum", aaa niye diye hesap soracaklar. İlla burcuna bağla, "kabahat bende değil valla terazide". allahallah?

Bunlar sayesinde belli başlı burçlarla ilgili genel yargılarım var, yani 345234623 oğlak yanılıyor olamaz değil mi? En azından burcunu laf arasında bir yere sıkıştıranı hemen alıp ilgili rafa koyuyorum, eğer bunu ilk konuşma sırasında yaptıysa o raftan indirmeyebiliyorum. Süper öğretici bişey, mesela belli başlı burçlar var abi tapıyor adamlar burçlarına. Sanki başka burçta doğsaymış ameliyatla yine o burca geçecekmiş öyle bir şey.

Akrepler mesela, nefret ederim abicim akrep burcu insanından. Şimdi ben de burççu gibi oldum öyle diyince dimi? Ama kayıtsız kalamıyosun çünkü adam akrep burcuysa illa bi fırsatını bulup bunu belirtme ihtiyacı hissediyor, "çünkü ben akrepödöböböö" o an işi gücü bırakıp ona secde etmeni bekliyor töbe haşa... "Çünkü akrepler iyi sevişir" "çünkü akrepler çok cazibelidir" "çünkü akrep bağlanamaz", bi de bu var, "bağlanamaz, s.ker s.ker atar". Neyse onu boşver de akrep gördün mü kaçıcan bence, kaçmasan da bi adım geri çekilsen iyi olur. Abi tanıdığım bütün sinsi, içten pazarlıklı, böyle kapalı kutu tipler akrep burcudur (ben araştırmadım valla öyle gerinerek söylediler ki aklımda kalmış elimde olmadan). Kadını erkeği hepsi aynı, kaşı gözü oynamaz bunların ne bok yedikleri hiç belli olmaz, o yüzden uzak durmakta fayda var.

Başak var bi de başak, bunlar çok düzenli olmakla övünürler. "Tam bir başak burcuyum, düzensizliğe tahammülüm yok", e iyi o zaman senden ev kadını/ev erkeği olur süper, alan memnun olur yani. Bunlar da burçlarından bahsetmeyi seven ayrı bi grup. "ay düzenliyim, temizim, pimpirikli titizim, off napim ki başağım işte", yani çok memnuniyetsiz halinden, aman nolurdu o da bizim gibi azıcık pis, pasaklı rahat filan olsa? Olamıyor maalesef, başak çünkü kendisi.

Yay burcu var, tam kadın burcudur bu. "yay kadını" of of of, bu yay kadını var ya femme fatale sanki. Aşk kadını mı diyorlar ne diyorlar tam aklımda kalmamış ama "kadın dediğin yay olur" gibi bi fikir işte. (yay gibi olur mu demek istiyo acaba?)

Terazi de sanırım kontrollü olmakla övünen, ah bir kontrolünü bıraksa hayatı çok rahat olacak ama nalet olsun ki her şeyi kontrol altında tutabilmekten vazgeçemeyen insanların burcu. Genelde sıkıcıdır bunlar, böyle teraziyim duramıyom diye trip atarlar. Hallerinden memnundurlar aslında ama sosyal ortamlarda yarattıkları sıkıntıyı böyle burçla murçla savma hesabındalar galiba.

Bir de kova burcu dahi burcu inanışı vardır birtakım burç insanlarında, biri dikkatlerini çekti mi hemen sorarlar burcunu, kova dedin mi anam tapasıları gelir. Kendileri genelde yengeç mengeç gibi ezik burçlardandır (Koça ezik demeye dilim varmadı, koskoca koç lan. Ama ne demek koç, ne işe yarar bilmiyorum. Bence ezik amaçsız bi burç). Kendilerinin dahi, farklı, yaratıcı, bambaşka olduğunu sanan kovalar vardır, çok çılgındırlar. Diğerleri kadar övünmeseler de illa kendilerini bi başka yere koyma çabası vardır bunlarda, sanki hepiniz aynı zodyağın burcu değilsiniz teallam ya...

Başak burcu taşak burcu derken bir yazının daha sonuna geldik. İsmini zikretmediğim burçlar komple ezik burçlar oluyor. Yani nası diyim böyle daha kendi halinde, işinde gücünde insanlar. Aslında sevmem lazım onları.

4 Haziran 2009 Perşembe

niyet ettim niyetleştim


Yıllar var ki kendime şöyle eli yüzü düzgün, mutfakta okunası, sokakta taşınası, yatakta sarılınası bir dizüstü bilgisayar arıyorum. Arıyorum, aramaya niyetleniyorum, ardından vazgeçiyorum. Zira moderin teknoloji neferi bu yeni yetme dizüstülerin hiçbiri benim zavallı makinamın eline su dökecek kabiliyete ulaşmamış.

Zavallı dediğim öyle "şakacı seni" dedirtmek için değil, makina harbici zavallı. P4 Mobile (breh breh) işlemcisi var tek çekirdek (çekirdek saymayı bilmediğimiz zamanlardan kalma), 256mb ram'i varidi de 512ye yükselttiydim. Harttiski ise tamı tamına 30gb değil ama ona yakın bişey. 20 küsürünü vindoz kullanıyor (5gb civarı lunux). 2002den beri adamı adeta bir performans testi modunda kullanıyorum.

Şimdi insanın şu devirde şöyle bir makina hakkında "eline kimse su dökemiyor" demesi insanın merakını celbetmiyor mu? Etsin nolur, deminden beri onun için uğraşıyorum.

Ettiyse başlayayım. Bi kere, para verip bilgisayar alıyorum ve bir sürü zahmete katlanıp o makinayı kullanabileceğim hale getiriyorum. Her şeyimi taşıyıp, ayda yılda bir kullandığım halde varlığı kendimi evimde hissettiren ıvırı zıvırı eklemem lazım, hani böyle her şey elimin altında havasını tekrar yakalamam lazım o makinada; bookmark'ından codec'ine kadar. Duvarlara tablolar asmam, lavabonun altındaki dolaba temizlik malzemelerini eksiksiz dizmem lazım. İşte o taşınma sıkıntısına değmesi lazım, fakat nerde... Aradan geçmiş 7 sene, adam bana hala taşınabilir bilgisayar diye yok paylaşımsız ekran kartı, yok 35 çekirdek işlemci anlatıyor.

Arkadaşım, ne demek taşınabilir?

Hafif demek, pil ömrü demek, diz üstünde kullanılabilir demek.

Aldığın 35 çekirdekli 2.5kg makinayı dizinin üstüne koy da 1 saat çalış bakalım (zaten pil ömrü de yerlerde, 2 saat saver gider de 1 saat garanti gider, ondan dedim). Canavar gibi ısınır lan o, fanları fön makinesi gibi üfler valla adama. Bir de dizine koyuyorsun hayvan gibi ağır. Çantayla beraber adaptörüydü bilmemnesiydi 3 kiloyu geçer. Nereye taşıyorsun bunu, nası bi taşınabilirlik lan bu? Benim zavallı makinam da 2.6kg, hadi ben yanlış hatırladım 2.8 olsun, ama 3kg değil! Bu mudur bana teknolojinin sunduğu gelişme, 0.2kg mi? Pil ömrü ise aldığım günden itibaren artan bir ivmeyle düşecek adım gibi biliyorum. 2.5 saat vadediyor bana değil mi, o da efendi gibi kullanır DVD seyretmek, ses açmak gibi terbiyesizlikler yapmazsam. 7 sene önce de böyleydi bu lan? Bir gıdım gelişme yok mu bu batarya olayında? (Bir ara 8-9 saat giden batarya yaptılar ama ebesinin amı gibi para istiyolardır ona da). Ya ısınma? Çük kadar fan teknolojisi aynen devam, ne yöne üfleyeceği değişiyor o kadar (yandan mouse kullanan sol ele üfleyeni var mesela, bir tasarım harikası).

Bu şartlar altında taşıyamayacağım, taşıdığım yerde çalışamayacağım, dizimin üstüne koyamayacağım kütük gibi bir şey için neden zahmete gireyim? Zaten benim elimde taşıyamadığım (gerekirse taşıyorum tabii), prize takmadan çalışamadığım, dizimin üstünde pek kullanamadığım bir şey var? Kendisini evde kullandığımdan ide çalıştırmak, db koşturmak gibi dertlerim de yok, kapasitesi internette takılmaya, film seyretmeye gayet yetiyor...

Ha bir de 12"-13" arkadaşlar var, onlar hafif, taşınabilir. Fakat taşımada vermediği sırt ağrısını, karşısında kambur durma mecburiyeti sayesinde vererek açığını şahane kapatıyor. Çük ekranın verdiği daralganlığı saymıyorum bile.

Aslında bu durumun suçlusu üreticiler de değil, şu piyasayı yönlendiren oyuncu takımı. Hani bu sabah akşam oyun oynayan, bilmemne oyunun yeni versiyonu çıkacağı gün geceden dükkanların önüne kamp kuran, ilk ben bitirdim yapmak için gece gündüz bilgisayar başında takılırken inmeler inip ölüp giden şişko tipler var ya, onlar. Bu ekran kartlarının çıldırmasına, "onda ısınma problemi var" (grafiğe hayvan gibi abanırsan tabi ısınır gerizekalı) geyiklerini çevirenler. Masaüstü piyasasını yönlendirmelerine bişey demem ama dizüstülerden ne istiyosunuz lan diye sormak istiyorum onlara.

Harbiden ha, dizüstü bilgisayarda oyun oynamak neyse de oyun oynamak için dizüstü almak nedir ya? Sen sırf masada derli toplu dursun, sırf para götüne batıyor diye çük kadar ekranda grafiğin amına koyayım derken olan bana oluyor arkadaş, ortalama müşteri sen olduğun için ben de arada kaynıyorum. Business tarzı modellere yönelmem gerekiyor, businessman gibi para istiyolar benden, bu bana allahtan reva mıdır? Şahsen ben oyun oynayacak bir insan olsam alırım aslanlar gibi konsolumu, alırım uygun bi lcd tv, olmadı masaüstü pc'ye bağlarım 20" ekran, bağlarım canavar gibi ses sistemini, püfür püfür keyfime bakarım arkadaş... Sen aynı performansı şu ufacık makineden bekliyorsun, piyasada gereksiz bir talep oluşturuyorsun. Tamam performans bekle ama o da bi can, küçük olsun diye iç organları tepiş tepiş olmuş. Yazık günah değil mi? Sonra ısınıyor diye ağlıyorsun. Hep senin gibiler yüzünden dizüstü piyasası bana paylaşımsız ekran kartını matah gibi sunuyor.

Nalet olsun dünyanın en işeyaramaz oyun delisi, harcayacağın paranın piyasayı getirdiği hale bak. Oyun oynarken o baldırların, daşhakların yanar işallah...

1 Haziran 2009 Pazartesi

var da öylesi bize gelmez

Geçenlerde hafif dallama karakterli bir arkadaşın tespiti üzerine aklıma bir şeyler geldi. Elemanın tespiti şu "Abicim kadınlar hiçbi zaman verdiğinle yetinmez, hep daha fazlasını ister."

Aslında duruma ve kişiye göre son derece doğru, ama genel olarak da gayet gereksiz bir tespit.

Şöyle ki, "kadınların hep daha fazlasını istemesi" konusu sadece kadınlarla ilgili değil, genel olarak insanlıkla, insan tipiyle ilgili bi durum. Biz bunlara kısaca ne istediğini bilmeyen diyoruz.

Hiç ne istediğini bilmeyen tipinde insanla karşılaşıp tespit etmişliğiniz var mı bilmiyorum, çok evlere şenlik oluyor bu tipler. Böyle bir maymun iştaha karşılık sürekli bir mutsuzluk durumu, depresif filandır; "sıkıldım" lafını dillerinden düşürmezler (bir de mesaj olarak onu sIkIldIm diye yazabilirler, ben de "ehi ehi aklın fikrin sikte derim içimden"). Hah işte bu grup ilişkide mutlu edilemeyecekler grubundadır. Kadın erkek farketmez, bu kişiyi mutlu etmek mimkin değildir.

Böyle bir tip tanıyordum, fena olmayan bir puanla İstanbul'da fena olmayan bir okulda mehendislik kazandı. Bir ara hastası olduğum kuzey evropa memleketlerinden birinde bulundu, her gün msn'den şikayet ederdi. Sonunda döndü, sonra hiç işsiz kalmadı hemen iş buldu (ben bi süre bulamamıştım), buna rağmen her fırsatta işinden, çevresinden, hayatından falan şikayet eder ama bunu değiştirmek için en ufak bir girişimde bulunmazdı. Bi gün bi arkadaş bunun bütün derdinin bir irkek olduğundan dem vurdu, ona da trip atmıştı tabi "ne yani o kadar basit mi" diye. Bikaç ay sonra baktık harbici bi herif buldu, hemmen işlemleri başlatıp evlendi. Ardından bir kuzey evropa memleketine taşındılar, senesi olmadan bir de yavruladı üstüne. Şu an çalışmıyor, fakat sanırım şikayet edecek bir şeyler bulmuştur yine.

Şimdi insanlığın tamamı böyledir diyecek değilim lakin en baştaki dallama arkadaşa dönersek, kendisi dünyanın en yüzeysel insanı tarzı gizli abazan kabilesinden normal bi Türk erkeği. Haliyle kadında önem verdiği noktalar sarı balyajlı fönlü saç, daima makyaj, mal mülk durumu ve yeter miktarda dekolte tarzı şeyler. Pekiyi aradığımız bu kriterler içinde "konuşunca ne dediği belli olsun", "ayakları yere bassın", "ne istediğini bilsin" tarzı şeyler var mı, yok. Pekiyi hem onların hem bunların aynı bedende kesişme ihtimali nedir? Azdır. Pekiyi bu azınlığın bizim düzkafa yurdum genciyle kesişme ihtimali nedir? Daha da azdır. O ihtimal içinde bu kızın bizim elemana bakma ihtimali ise bence yoktur. O yüzden bizim deluğanlı ne kadar serzense haklıdır şu halde, son derece hak veriyorum ona.

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails