Bundan sekiz ay önce fena halde işkillendiğim şeyden emin olmak, bu
belirsizliğe bir son vermek için tavsiye üzerine bir hastanenin yolunu
tuttum. Biraz kaçınılmaz sonu ertelemek için, biraz da endişeden, biraz
da sallamaktan tabii, epeyce geç kalmıştım. Doktor karnımda artık kollu
bacaklı bir fasülye olmuş ufaklığı görünce "büyümüş bu!" dedi. Hamile
olduğunu anlamayacak kadar hıyar biri değilim. Ama işte, insan bu kadar
büyük bir sürprizi hemen hazmedemeyebiliyor. Şüphelendiği anda hemen
cevabı bulmak yerine cevaba dahi hazır olamayabiliyor. Hatta kesinkes
emin olduktan sonra bile, kabullenemeyebiliyor.
Her şey
kesinleşip fasülyenin bütün detayları da ekranda görüldüğünde artık
şeksiz şüphesiz biliyordum ki, belirli bir zaman sonra bu arkadaş bir
evlat olarak elime verilecekti. Varlığından o anda sadece benim ve bir
iki kişinin daha haberdar olduğu bir hayat oraya yerleşmiş, orada
gelişmeye başlamıştı. O hayat artık bana emanetti, bir aksilik olmazsa,
büyük ihtimalle ömrümün sonuna kadar beraber olacaktık. O anda,
yeryüzünde sadece o ve ben vardık sanki. Onu kimse istemese bile ben
isterdim. Onu kimse sevmese bile ben severdim. Biz artık "ikimiz"
olmuştuk, babası isterse bize katılabilirdi.
Hiç
beklemediğimiz bir anda gelen bu hayatı ağırlıklı olarak şaşkınlıkla
karşıladık. Sonra alıştık tabii. Sonra da endişelenmeye başladık.
Mesuliyeti tamamen bizde olan ufak bir insanı layıkıyla yetiştirecek
kadar donanımlı mıydık? Evliliğimiz iyi gidiyordu ve genç yaşları geride
bırakıp hafiften olgun yaşlara geçmiştik. Zemin ve şartlar müsaitti
ancak biz hiçbir zaman çocuk için deliren tipler olmamıştık. Evlat
elbette güzel bir şey, ancak beraberinde ağır bir mesuliyet de
getiriyor. Aynı zamanda maddi ve manevi olarak da ağır bir mesai
istiyor. Peki bütün bunlardan bizim ödümüz patlarken millet bir modaya
kapılmış nasıl da pıtır pıtır yavruluyor?
Anne-baba olmak için deliren tiplerde genellikle üç şeyi gözlemliyorum.
Bir; çocuğu bir oyuncak olarak görüyorlar.
İki; çocuğu bir proje olarak görüyorlar.
Üç; çocuğu bir statü nesnesi olarak görüyorlar.
Evvela
şunu yazayım, çocuk, "yapılan" bir şey değildir. Kek yapılabilir, resim
yapılabilir, temizlik yapılabilir. Bunlar, her şey yerine
getirildiğinde problemsiz olarak netice veren eylemlerdir. Ama insan
üremesi neticesi bir hayat meydana getirmek tam olarak "yapmak"
sayılmamalı. Çünkü hem neticeler çok çeşitli ve belirsiz, ve her üreme
eylemi (her şartı yerine getirseniz bile) bir hayatla neticelenmiyor.
Şimdi de artık bir tutku haline getirdiğim modelleme kısmına geçeyim.
Çocuğu
bir oyuncak olarak gören tipler genellikle bebekleri çok seven,
gördükleri yerde bebek-çocuk kilitleyen, acubucu meraklısı, olsa da
sevsem, olsa da giydirsem diye deliren model. Bunların genellikle çocuk
yetiştirmek hakkında hiçbir fikri yoktur ve bir çocuğu çok sevmenin her
şeye yeteceğini, istediği her şeyi yaparak şahane mutlu bir çocuk
yetiştirebileceklerini zannederler. Bu şekilde ihtiyaçlarını ve
isteklerini karşıladıklarını sanarak kendilerini tatmin ederler. Çocuk
onlar için bir insan değil bir aksesuardır, giydirip süsleyip yanlarında
gezdirir, sever, herkese gösterir, daha da çok severler. Çocuktan çok
bir evcil hayvana ihtiyaçları vardır.
Çocuğu bir proje
olarak gören tipler, hayatta belli alanlarda muvaffak olmuş, bu
muvaffakiyet zincirine bir de çocuk yetiştirmeyi eklemek, "görün bakın
nasıl oluyormuş" diye göstermek derdindedir. Günüyle saatiyle plan yapıp
neticede anne baba olduklarında ise inanılmaz derecede kontrollü,
çocuğu kusursuz bir şekilde eğitme konusunda da takıntılı oluyorlar.
Çocuk ufak bir hata yapsa bile bunu kendi başarısızlığı gibi görüp
sinirden fıttırabiliyorlar. Neticede bunalımlı, yalnız insancıklar
yetiştiriyorlar.
Çocuğu bir statü nesnesi olarak gören
tipler de, evli değilken evli olup evlilerle takılmak, toplumda evli
olarak, evlenmeyi başarmış olarak kabul görmekten hevesini aldıktan
sonra aynı şeyi çocuklu olmak, çocuklu olarak görülmek ve kabul görmek
için anne baba olmayı istiyorlar. Bunlar genellikle kadınlardan çıkar,
mottoları "ben her şeyden önce bir anneyim"dir.
Bütün
bunların dışında bir insanın (ya da iki) bile isteye, aklı başındayken
çocukla neticelenecek bir üreme eylemine girişmesi çok zor. Ama bir kere
olduktan sonra ondan vazgeçmek de çok zor.
Neticede
dokuz ayın sonunda, tam da doktorunun söylediği günde, pek bir belirti
vermeden hastaneye kontrole gidiyoruz diye gidilip orada başlayan bir
doğum neticesi mırıl mırıl bir kız bebek kucağımıza verildi. Anne baba
olma kararını aklı başında olarak vermek ne kadar zorsa, doğum yapmak da
öyle zormuş. Hatta vücutta şahlanmış hormonlar falan olmasa, asla ayık
kafayla yapılabilecek bir şey değilmiş. Hadi bir kere oldu, ikinci defa
bir insanın bunu kendine yapması mümkün değil. Ama sonunda verdikleri
nefis minik şey her acıya, her sıkıntıya değiyor. Daha da güzeli, o
nefis minik şeyi yanımızda eve götürebiliyoruz, bizim oluyor.
Mırıl
Hanım ile ilk günlerimiz, onca anne-baba-hala-dayı-dede-kardeş-arkadaş
arasında uzun uzun birbirimize bakışarak geçti. O karnını doyurup
uyuyunca da ben ona bakmaya devam ediyordum. Tülden kirpiklerini,
mercimek gibi tırnaklarını, kuş kadar ağzını, kağıttan kulaklarını
seyredip pıt pıt atan minik kalbini düşündükçe gözlerim doluyordu. Bir
yandan da ona bakmaya kıyamıyordum. "Gözünden sakınmak" diye eskimiş,
yıpranmış bir ifade var ya, şarkılarda herkes birbirini gözünden sakınır
ve biz gözünden sakınmanın ne olduğunu bilmeyenler bunu öylesine bir
şey olarak dinleyip geçeriz. Gerçekte insanın birisini, bir şeyi
gözünden sakınması hem bakmaya doyamamak, hem bakmaya kıyamamak oluyormuş. Gözünden bile sakınmak, daha fazla bakarsa bir şey olacak, bu şahane
işleyiş, bu muazzam mutluluk bozuluverecek diye korkmakmış. Hepsi bir
yerde. Aynı anda. İşte bu, insanın içini daha önce hiç kimseye karşı
hissetmediği acayip şeylerle dolduran hal de annelik olsa gerek.
Evin
içinde tazecik bir bebek olduğunda, onun yüzüne bakmaya alışınca, geri
kalan her şey çok kaba, çok çirkin, çok kirli görünüyor. Kendim dahil.
Aynaya baktığımda kocaman burun delikleri, kıvrımlarında hayalkırıklığı,
öfke, mutsuzluk gizlenmiş bir ağız görür oldum. Ben de kendimi severim
sanırdım.
Herkes anneliği farklı farklı tecrübe eder
diye tahmin ediyorum. Benim anneliğim de hiç beklemediğim bir zamanda
gelen, üzerime giyiverdiğim bir elbise gibi oldu. Altında aynı ben
duruyorum, ama elbiseyle bir başka oluyorum. Bu yazıyı yazmak için iki ay bekledim, duygularım biraz durulsun istedim. Ama beklemesem daha iyiymiş sanırım.
14 yorum:
Tebrik ederim :) Okuduğum en güzel, en doğal annelik yazılarından biriydi.
Teşekkür ederim (:
Allah bağışlasın. 'Gözünden sakınmak' deyimini yerli yersiz duyduğumda, hep bu sahiciliği arayacağım.
Çok güzel bir yazı. Anneliği sadece bir kelime olarak bilsem de okuduklarım ile anlamı zenginleşti.
Tebrikler :)
ya ben bunu nasıl kaçırdım :) çok tebrik ederim canım darısı isteyen herkesin başına
Allah analı babalı, hayırlı bir evlat olarak büyütsün :)
Must., myloo ve Hülya, teşekkür ederim. Çok naziksiniz ve çok güzelsiniz.
Amin Merope, Allah sana da sağlıkla kucağına almak nasip etsin (:
hevesliii, yaa 2 ay uğramadım neler olmuş! annelik müessesesine 2 gram saygım kaldıysa senin gibi anneler sayesinde. hoşgelmiş mırıl hanım, yaşama sırası onda...
yaa yaa sorma (: sağol varol.
merak icindeyim..
hayatın merakı.
bebegın merakı...
kimse sevmezse de ben hep severım bunu kalbımde sımdıden hıssedıyorum...
Teşekkür ederim Fatoş.
Bebek mi bekliyorsun?
evet :) 33 haftadır bekliyorum. ne zaman gelecek merak ediyorum..
Az kalmış. Tahmin ettiğinden bile çabuk gelir de, alışıverirsin.
Yorum Gönder