28 Ağustos 2009 Cuma

my name is randy

My Name is Earl'de Earl'ün kardeşi var ya Randy, bu o Randy. Şöyle bir lafına denk geldim akşamile;

"I'm Randy, I live in a motel. I have three pair of pants and five shirts... That's pretty much everything about me."

Randy'ciğim burada kendini bir little brother bulma işi için tanıtıyor. Çocuk yuvası hesabı bir yer, çocukları bi abiyle eşleştiriyorlar oynasın etsin diye. Gerçekte var mı böyle bir şey bilmem tabii de, işte Randy de buraya kardeş edinmeye gidince kendini böyle anlatıyor. Kendisi aptallık konusunda adeta bir anıt, bir saygı duruşu. My Name is Earl'ün genel olayı da çoğunlukla fakirlik, aptallık üzerine zaten. Karakterlerin tamamı inanılmaz derecede aptal, inanılmaz derecede fakir, bir o kadar da kurnaz. Bizde şark kurnazlığı denen şeyin bi değişiği, waspçası. Aralarında bir tek Randy saf. Fakir, aptal ama kurnaz değil.

Sol baştaki arkadaş Randy. Canım benim.

Bir de değişik tarafı bizim bildiğimiz, filmlerde dizilerde gördüğümüz bahçeli iki katlı tahtadan evlerde oturan son derece orta sınıf Amerikan ailesi yok burda. Hani sanırsın ki en fakir Amerikalı bile yemyeşil çimenleri taze biçilmiş bakımlı bahçesi olan iki katlı bi evde yaşıyor, her çocuğun ayrı odası var falan, hah işte yalanmış o. Earl tayfası gayet motelde ve karavanda yaşayan, onun da en rezilinde, karavan parkın en pisinde takılıp düğündü partiydi olaylarını parkta yapan tiplerden oluşuyor. Karavanlarına haciz gelebiliyor, buzdolapları dökülüyor ve bulaşık makineleri yok. Bu acayip derecede fakir ve bir o kadar da aptal ama fırsatını buldu mu dolandırıcılık peşindeki enteresan tayfanın bütün komikliği de burdan çıkıyor.

Şimdi ben düşünüyorum bizim buralarda aynı böyle fakir, kafası pek de çalışmayan ama kendini de çok akıllı, çok kurnaz sanan bir insan güruhu yok mu, var.
Peki biz bunlarla dilediğimizce taşhak geçebiliyor muyuz?
Hayır
.
Neden peki?
Çünkü ayıp.
Aptallık ayıp değil ama aptallıkla alay etmek ayıp.
Zavallılık ayıp değil ama zavallılıkla alay etmek ayıp.
Zaafları yüze vurmak, bunların üzerinden komiklik yapmak kabalık.

Bi insanın aptallığıyla ancak o çok zenginse dalga geçebilirsin. Yani bu insan Şamdan'da filan çıkıyorsa ya da ünlüyse bi lafını alıp "ahahah salağa bak" diyebilirsin ama bilmemne varoşlardan gelme bi adamsa bunu yapamazsın, yazıkçılar kızar çünkü. Ne var yani onlar yapamaz mı onlar edemez mi onlar konuşamaz mı deyiciler türer, sonra hep beraber zavallılığa övgü düzülür. Pis abazan herifler gerzek gerzek sevgi aşk barış diye konuşurlar mesela, bi ağız tadıyla gerizekalı diyemezsin. Hayvanoğlu hayvan herifler bulunduğun mekanda türlü maymunluk yaparlar, bunlar varoşsa asla vay ayı diyemezsin. Sanki onun insan bulunan mekanda insan gibi davranmayı, kokmamayı, gürültü yapmamayı öğrenmemiş olması senin suçunmuş gibi amaYazıkODaEğitimAlsaydıböböböböbö deyiciler şaha kalkar, bi Ayşe Özyılmazel olursun insanların gözünde. Karıların kaosuna sesini çıkaramazsın, bu cahal ve gerizekalı topluluğun kadını da erkeği de ham birer ayıdır, ortak kullanım alanlarında etrafında insan bulunduğu bilinci gelişmemiştir ve fakat sen buna ses edemezsin. Çünkü yazık.

Bak şimdi ben de biliyorum bazı şeyler var dalga geçilmez. İnsanın elinde olmayan, değiştiremeyeceği şeyler, burnunun şekli mesela. Adamın ağzı böyle gözü böyle diye dalga geçemezsin, geçmemelisin çünkü onun sahibi adamın kendisi değil. Ama mallık, ayılık, vurdumduymazlık tam olarak bu adamın eseri. Ay yazııık kötü çevre kötü aile bikbikbik hayır efendim, niye o zaman aynı aileden çıkan beş çocuğun beşi bir olmuyor? Boktan çevreden düzgün adam çıkmıyor mu, gayet çıkıyor. Eee demek ki insanın karakteriyle, farkındalığıyla alakalı dimi bu. Hayvanoğlu hayvanlık, aptallık kader değildir. Basbayağı seçimdir. Ben de bu adamın kendi seçtiği zavallılıkla alay eder, hayvanlığına gönlümce saydırırım. Bana yazık diye gelmeyin, size de saydırırım.
(abi gerçekten sana demiyorum, sen alınma güzel abim)

21 Ağustos 2009 Cuma

biz kreativ blogger olmuşak


Çıkıdak çıkıdak çukeeellleeee çıkıdak çıkıdak çukeeellleee...

Şu kısa blogum hayatında bir ödül gördü kreativ oldu. Makyaj Günlüğü Hacer'e çok fena teşekkür ediyorum. Şimdi benimle ilgili 7 ilginç şeyi yazmam lazımmış. Bakalım.

Bir. Yumuşak sebze yiyemem. Sebze yemeği yiyemem. Pişmiş domates, biber, kabak, patlıcan vs. böyle yumuş yumuş. Yosuna basmışçasına huylanırım.

İki. Okula başlayıncaya kadar sütü biberondan içtim. Herhangi bir şeyi bardaktan da biberondan içer gibi içerim. Annem bunu hep yüzüme vurur.

Üç. O kadar ufak tefek ve bebe tipli bir insanım ki tanımayan biri en fazla 16-17 diyor. 26 yaşındayım halbuki.

Dört. Kaşlarımı almıyorum ondan olabilir. Çayırsı olmadıkları için seviyorum onları, ellemiyorum hiç.

Beş. Dört yaşında okumaya başlamışım. Öyle diyorlar.

Altı. Denizi, güneşi hiç sevmem. Yaz mevsimini de sevmem zaten, güneşli havalarda içimi sıkıntılar basar, güneş gözüme gözüme girdikçe sinirli nalet bir insan olurum.

Yedi. Televizyon seyredemem, bunalırım. Haftada 1-2 saat seyrediyorum ama.

Bir de birilerini ödüllendirmem gerekiyor sanırım ama zaten herkes birbirini çoktan şeyettiği için (: benim tanıdığım adamlar almış. Bana kimse kalmadı. Pek kaynaşabilen biri değilim biliyor musun?

Pardon JustMakeUp almamış sanırım, ona gönderdim. Kreativ bi insan kendisi.

Editto: Ödül fotosunu da ekledim, artık bir tam bir bütünüm.
Bi de aklıma bişey daha geldi, yani genelde insanlara ilginç geliyor yazayım dedim. Benim kulaklarım delik değil. Küpe müpe takmıyorum, takamıyorum. Deldirmiyorum da. Öyle.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

kısa kısa - nefret II


- BenÇokDürüstümcüler. HerkesiKendimGibiSanıyorumcular. Türküm, doğruyum, dürüstüm, dobrayım insanları. Dürüstçülerle dobracıları pek ayıramadım aşağıda inceleyeceğim sanırım. (thanx to JustMakeUp)

- Hah evet dobra, dobrayım insanları. Öküzdür bunlar genelde, nerde ne konuşacaklarını bilmezler "..o yüzden hiç arkadaşım yoktur" diye devam ederler. Uzun uzun tahlil etmeye gerek yok işte, her yerdeler.
Geçenlerde son derece upgrade edilmiş bir versiyonuyla muhatap oldum, "ben hiçç arkadan konuşmam, her şeyi insanların yüzüne söylerim" dedi. Lan dur bunu çekip uzatasım geldi şimdi.

- Ergenlik bunalımı. Of of ne desem bilmiyorum hep bu emoluk, gotiklik, sataniklik tarzı şeyler bundan besleniyor. Dikkat et bak bir ergenin ergenlikten çıkma süresi kadar devam etti bunların hepsinin etkisi. Sonra o ergenler o işi bıraktı, arkadan gelenler başka bişey icat etti. Bu böyle. İnternet üzerindeki içeriğin hatrı sayılır miktarı da ergenlikBunalımı-driven. O içerikten nasıl tiksiniyorum bir bilsen...

- Çalmayın çırpmayın konulu sağ tık mesajları, buna rağmen linkin yeni pencerede açılmaması. Geçen biri JavaScriptlen alert koymuş bi kamyon çemkirdi bana. İyi iyi tamam dedim tıkladım linki ve tahmin edin ne oldu, evet aynı pencerede açıldı. Benim de user experienceimin içine edildi. Öte yandan metin seçiliyor mu diye baktım gayet seçiliyordu, yani metni seçip gayet ctrl+c ile kopyaladım filan. Eee ne işe yaradı senin sağ tık engeli? Ancak ctrl+c bilmeyen bir andavalı durdurabildin değil mi? Onun yerine yapsana metinlerini seçilemez, bak o kesin çözüm? Yok illa JavaScript alertiyle çemkirecek bana, komiklik yapacak.

- Ağzını aça aça cak cuk sakız çiğneyenler. Şimdi ben bunu kime söylesem otomatikman "ay iveeet iğraanç" der, "ne var ki lan ben çiğniyorum" diyenle hiç rastlaşmadım daha. Madem herkes nefret ediyor kim çiğniyor bu sakızı böyle, sen çiğnemiyorsan ben çiğnemiyorsam kim lan bu, dellendirmeyin beni!
(- dellenirsen nolur lan?
- abi kusura bakma sana demedim)

- Bilgisayara pc diyenler. pc'yi açtım, pc bozuk, pc aşşa, pc yukarı, pc mühendisi? Jenerik bir adı var onun, bilgisayar. Netcen sen personal mı değil mi, bırak...

- Bir şeyden şikayet edeceklerinde, kendilerince toplumsal bir yaraya parmak basacaklarında canım memleketim, güzel ülkem gibi kinayeler kullananlar, Olacak O Kadar kafası...

- Düğünlerde dans. bir sağa bir sola anlamsız salınış.

- Empati. Empati lafı, empatiden bahsedenler. Ne lan empati, hep size kurumsal eğitimlerde öğretiyorlar böyle siksok şeyleri, gelip saçma sapan konuşuyosunuz sonra. O sertifikalar kötünüze girer inşallah da o an empati yaparak anlarsınız beni.

- Benzer bir sülaleden gelen NLP. Bi ara ne furyaydı dimi, hep kandırdılar insanları "beyninizi programlayarak hayatınızı değiştirin" filan diye. Hayatı bu şekilde değişen tek bir kimse bilmiyorum. Hala inanan var buna, yazık.

- Pozitif enerji, pozitif lafı, negatif enerji... Nedir yani "seni hiç sevmiyorum sütoğlan" demek kötü de negatif insanlar, negatif enerji demek iyi mi? Enerji diye bişey uydurmuşunuz arkadaş nerde bi götünde kurt kaynayan var "ayy çok pozitif bi insan, ay pozitif enerji kaynağım", nerde bi gudubet var ona da "negatif bi insan"... Sevdim de, sevmedim de, ne diye element uyduruyosun ki?

- Aleti edevatı kökleyerek kullananlar. Son sözüm size. Bunlar dışardan gelir "vıyh çok sıcak dur klimayı açayım" der başlar bipbip aleti oynamaya. En düşük sıcaklığa getirip fanı da köklediler mi yanık bağırlara şifa olacak sanırlar. Aynı şekilde sıcağı köklemekten, tost çabuk olsun, yemek çabuk olsun, ütü iyi ütülesin diye görebildiği her düğmeye, termostata abanmak suretiyle tatmin olurlar. Halbuki bak bu klima hayvanının görünen en düşük sıcaklığı 16 derece ama 20 derecede daha verimli çalışıyor. Her türlü düzenekte var bu. Ayrıca ideal oda sıcaklığı 22-23 derece filan. Seni mühendis yapanın amına koyyim ben. Üşüyorum lan?

- Derece merece dedim de aklıma geldi. Isı - sıcaklık ayrımı bilmeyenler, cahil takımı. "21 derece ısı" diye konuşur bunlar. Derece diye ısı olmaz, ısı enerjidir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

açıkça anlatanlar, şöyle söyleyenler

Sanki lafın bir de kapalısı, kinayelisi var değil mi?
Sanki şöyle söylemek dışında zibilyon tane söylemek biliyor da aradan seçip şöyle söylüyor değil mi?
Bu ne kendini önemsemektir ya rab diye inleyesimiz gelmez mi?

Gelir.

Karşımda "açıkçası onları pek önemsemiyoruz" dendikçe dalar giderim, neden açıkça anlatıyor bana, samimiyetimiz nedir derim. Neden açıyor bana içini, ilk defa alışveriş yaptığım satıcının "sana 25 olur" demesinden ne farkı var açıkça anlatanın? Kimim ki ben? Ama o düşünüyor mu bunu, söyledi gitti açıkça. Döktü bana içini dürüstçe. Belki de ingiliççe kompozisyon yazma tekniklerinden however, therefore, in conclusion gibi görüyor konuşma dilinde açık olmayı, bir olmazsa olmaz, ifadeye zenginlik katan bir unsur gibi görüyor. Alabildiğine açıyor kalbini. Kah şöyle söylüyor bana daha net, daha basit anlatmak için şimdi şöyle söylim, kah dürüst takılıyor.

Benimse içim şişiyor, kahvede dünyayı kurtaran bir emekli öğretmen gibi "dil önemli, Türkçe'mizi ne hale getirdiler" diyorum. Gençlik açıldıkça açılıyor, korkuyorum.

14 Ağustos 2009 Cuma

telefon numarasını sürekli değiştiren pis pinti

Aranamayan, arandığında ulaşılamayan, telefonuna "bu numara kullanılmamaktadır"lar ya da anne, koca, kardeş benzeri aile üyeleri cevap veren tipler, evet onlardan bahsediyorum, onlar telefon numarasını sürekli değiştiren dallamalar.

Bunları arayıp sormamak müstehak, aramıyorsun demeye kalkarsa da ağzına ağzına vurmak lazım. Sanki ben senin sürekli değiştirdiğin numaranı takip etmek zorundayım, sanki ben seni ararken sürekli akrabalarınla muhatap olmak zorundayım, sanki o kadar adamla konuştuktan sonra hala seninle konuşmayı isteyeceğim kadar muhteşem bir insansın... Sabrımı tükettin, ömrümü bitirdin. Başbakansın sanki her aradığımda telefonuna başkası çıkıyor, ben kardeşiyim telefonları değiştik de. Mal mısın arkadaşım sen, elindeki numarayı bütün arkadaş portföyüyle neden elaleme veriyorsun? Kimsenin numarası lazım olmuyor mu sana?

İnsan telefon numarasını neden değiştirir? Neden? O amunakoduğum operatör üç kuruş ucuza konuşturuyor diye he mi? Ben senin o küçük hesapçı kafanın içine sıçayım o zaman. Üç kuruş cebinde kalacak sandın, babayı almışsındır inşallah, sil lan telefonumu rehberinden... Senin gibi adamı arayan soranı da eşşekler siksin.

Başka? Harbiden sordum çünkü, aga dedim neden değişiyor bu numara böyle, ne ayak dedim, "o numara herkeste vardı". Vay anam vay gerekçeye bak, orospu musun sen, niye telefonunu herkes birbirine dağıtıyor? Konuşmak istemediğin adamlara a.k.a herkese neden veriyorsun numaranı? Ya da ne diye bi zamanlar numaranı verdiğin adamlardan kaçmaya çalışıyon peki, yamuk mu yaptın dengesiz misin? Yoksa hayatına sık sık yeniden yön verenlerden misin?

Aynı böyle düzenli olarak çevre değiştiren, telefon numarası değiştiren, msn değiştiren karılar var. Ay herkeste vardı, e verme olmasın herkeste? Kafana silah mı dayadılar, neden benim telefonum herkeste yok? Neden hala ilk aldığım telefon numarasını, ilk kaydolduğum msn adresini kullanıyorum acaba?

Nasıl oluyor da oluyor?

Bi gün lazım olur kenarda dursun diye abuk subuk herifleri listeme ekleyip kırıtmadığım için olabilir mi? Sürekli birbirine yamuk yapan arkadaş gruplarında profesyonel yamuk yapıcı, arkadaşının ex iyle çıkıcı değilim ondan olabilir mi peki? Ya da basitçe telefonu sadece konuşmak, iletişim kurmak, aradığımı bulmak ve arandığımda bulunmak için kullanıyorum, ne diyorsun yavrum yanlışlarda mıyım?

Bu telefon işini ciddiye alalım bak lütfen diyorum rica ediyorum.

çarli harpır gömleği


Two and a Half Men'in Charlie Harper'ı var ya, ev sahibi hani, abisiyle oğlunu evde besleyen pezeveng tipli bir arkadaş? Onun gömleklerine site yapmışlar aha;

http://www.charlieharpershirts.com/homepage.html

Şaka değil üstelik, ciddi ciddi bu gömleklerden almak, alıp üstüne giymek isteyen varmış.

Sırf bu gömlekler yüzünden ben bu diziyi böyle baya eski bi şey sanıyodum da Emmy'e filan aday olduğunu görünce şaşırdım kaldıydım. Yani şu envai çeşit giyim malzemesinin bulunabildiği çağımızda bu derece çirkin gömlekleri bu derece cepli şortlarla, alabildiğine beyaz çoraplarla kombinleyen, saçları inanılmayacak derecede demode bir insanın kadın götürebilitesi ancak geçmiş zamanlarda mümkün gibi gelmişti, yanlışım varmış.

4 Ağustos 2009 Salı

d'oh!

Bu metal saplı çaydanlıkları, tencere kapaklarında metal tutacakları kim icat ediyor allasen? Malzeme teknolojisi bu kadar gelişmişken, yüksek ısı iletimli ısı dağıtımlı tencere yapmayı biliyorsun, çelikten sandviç yapıp tencerenin tavanın tabanına koyuyorsun da ısınmayan malzemeden tutma aksamı yapmaya aklın ermiyor mu ey imalatçı? Elime koluma kastın mı var senin?

Hayatında yemek yapmamış, olmuş mu diye pilavın kapağını kaldırıp bakmamış, bir gün olsun çaydanlıktan çayını kendi dökmemiş adam mutfak edevatı tasarlarsa olacağı bu işte. Sonra her şeyi tefal düşünsün. Sen düşünsene bi kere de, mal mısın?

Türk imalat, sanayi ve dahi ihracatının utanç kaynağı bu tencereler, çaydanlıklar. Gördükçe ben utanıyorum lan, bir de seviniyor musunuz acaba "ay ne güzel sap yaptık ışıl ışıl paslanmaz çelikten" diye?

3 Ağustos 2009 Pazartesi

şaka yapma hiyerarşisi


Okul, işyeri gibi ortamlarda elemanlar belli bir süre orada bulunmuşlarsa kaçınılmaz olarak kaynaşır, ufak ufak şakalaşmaya başlar. Tayfanın hayvanlık seviyesine, ortamdaki kız miktarına göre bu şakanın dozu ve içerdiği küfür miktarı değişkenlik gösterir. Böyle yerlerde sıkça düşülen yanlışlardan biri de ortamdaki rahatlığa bakarak herkese şaka yapabileceğini düşünmektir.

Diyelim ki ben bardak, arkadaşım tava ve ortamda birtakım kişiler birbirimizle hafif alay ederek şakalaşıyoruz. Kepçe ise yeni, ama tavayla biraz muhabbeti var, benimle yok. Tava bana şaka yapıyorsa bu kepçeye aynı hakkı vermez. Burada kepçe samimiyeti ölçüsünde ancak tavaya şaka yapabilir, bana yapamaz.

Mekana adımını yeni atmış hevesli arkadaşlarla pek kimseye bulaşmayan, bireysel olarak samimiyet kurmamış adamlar bu durum için en kuvvetli adaylarımız oluyor. Havadaki rahatlığı fırsat bilerek orada bir başkasının şaka yaptığı kişiye aynı rahatlıkla şaka edeceklerdir. Şaka edilen taraf insancıl ve anlayışlıysa bu arkadaşı bozmaz, hatta genellikle bozmaz. Bu salak da ortamlara aktım, nası da popüler oldum, "beni severler yeaa" gibi gereksiz triplere girer. Bu gidişe bir dur denmezse bünyesinde bulunan yavşaklığın boyutuna göre günden güne daha da çekilmez hale gelir.

Ne yapmalı?

Fütursuzca bozmalı. Bu kadar. Ortamda kötü insan olur muyum diye düşünmeye dahi gerek yok. Tabii basit bir yavşaklık için adamın hayatını karartmadan, şöyle yerini bildirir mahiyette ince bir ayar gibi.

Peki ama nasıl?

Ciddileşerek. Siz abuk subuk konuşurken bu adam da abuk bir laf edecek, hemen o laf ciddiymiş gibi konuşun, ciddi bir ses tonuyla "niye ki?", "yok canım o kadar da değil" yapın. Haddini bilsin yavşak. Bir yapar iki yapar sonra bırakır, "buna şaka yapılmıyo yeaa" der vazgeçer.

Taarruz ederek. Bu yavşak hakkında bir fikriniz var değil mi? Ne bilim çok konuşuyordur, şişmandır, dikkatsizdir, muhakkak bir zaafı vardır. Yardırın. Sinirinize yenik düşmeden, aynı şaka modunu koruyarak "seni almıcaklarmış girişte göt çapı ölçülüyomuş eheheh" gibi. Yavşak bozulacak, ama herkesin güldüğü o güzel ortamı bozmayı götü yemeyecektir. Bir daha da size ilişmeyecektir.

Alenen siglemeyerek. Manasız manasız bakın, bir şey söylemeden kafayı çevirin. Ya da duymamış gibi yapın. Daha da hayvanlaşmak isterseniz sorarak şakasını birkaç kere tekrarlatın, o esprimsi iyice manasızlaşsın, gerekirse yanınızdakine dönüp "ne dedi anlamadım" deyin.

Bak az evvel bu tiplerden biri yanımdaki adamın kafasına kafasına memelerini vurarak onu dışarı çıkmaya zorladı. Ciddiyim. İşleri buraya getirmeden önlem almak lazım, tedbir hayat kurtarır.

Gözlerinizden öperim.

2 Ağustos 2009 Pazar

dert babası


Mad Men'i seyrederken aklıma geldi, bizim esas abinin kezban karısı var ya Beth, psikologa gidiyor filan. Yattığı yerden bütün gün anlatıyor, eleman yazıyor, arada kocası sorunca bilgi veriyor bir de - vay anasını 60larda hayat, etik metik cidden acayipmiş. Fakat kadın anlatırken psikologun tek bir kelime ettiğini, yorum yaptığını duymuyoruz. Varsa yoksa "devam edin", "anlatın anlatın içinizde kalmasın" diye gaz vermece. Yani bir nevi dağlara taşlara anlatıyor ablam.


Şimdi şöyle ki, zaten psikologun karşımızda arkadaşımızmış gibi "ee sen ne dedin?" "yaa ayıp etmiş tabi" diye konuşmasını beklemiyoruz ama arada "tabii bunların sizin çocukluğunuzda annenizle olan şu şu olayınızla alakası var, öfke dolusunuz" gibi şeyler zırvalamasını bekleriz. Öfke, that's the keyword baby, tüm kötülüklerin anası.


Blog olayı doğdu, büyüdü, popülerleşti, ardından hızla boku çıktı. Kimisi dedi ki vay efendim ben ne istersem onu yazarım, sigerim sogarım beğenmeyen okumasın. Kimisi dedi, iyi güzel de bu kadarı fazla, kimisi de bloggerlar eziktir, internet üzerinde yazan, takma adla içerik oluşturan herkes ezik, herkes korkak, herkes sivilceli, alabildiğine gözlüklü ve dahi ruh hastasıdır dedi. İnsanların arasında ezik, korkak, gözlüklü, ruh hastası ve sivilcelisi bol miktarda var, bu miktarın bir kısmı blog yazıyor. Blogger buna bir kontrol koymamış henüz, bir dur yolcu manifestosu yazmamış giriş sayfasına. Önüne gelen yazıyor, yapılacak bir şey yok. Fakat bu demek değildir ki blog yazan, internet üzerinde bir yerlerde yazılarını tutup başkalarının onu okumasına izin veren her bir kişi böyledir... Nasıldır ya? Ha bulduk, farkedilme arzusuyla dolup taşmaktadır, dikkat çekmeye çalışmaktadır. Yoksa bir insan durup dururken neden özel hayatını, en mahrem duygularını, kimseye diyemediği fikirlerini internet üzerinde herkesin gözleri önüne sersin, değil mi? Bu benim de pek cevabını bilmediğim bir şeydi, öte yandan insanların teşhir etme isteğini tenkit edecek değilim. Herkes bir şeylerini ortaya serip onların beğeni almasını ister, dekolte diye bir şey var mesela, kavram. Hava sıcak diye icat edilmiş değil... Madem insanlar vücutlarını sergiliyor diye bir şey diyemiyoruz, ortaya beyinlerinden parçalar saçtıklarında da aynı super-duper çağdaş anlayışı gösterebilmemiz lazım. Değil mi Ey Özgürlük?


Teşhir sevdasına ilaveten, hani Beth ablamız vardı, psikologa anlatırken aslında dağlara taşlara anlatan. Hah işte çoğu insanın Don Draper gibi dert ortağı tutacak birer finansörü yok. O dağlara taşlara anlatma, iç dökme işinin yerini şimdi internetlere haykırmak aldı. Üstelik de beleş. Üstelik de kim okursa okusun, kim dinlerse dinlesin, hem okusun, isterse bir şey söylemesin. Dinlesin, varsın ben bilmeyeyim. Bonus olarak okusun, beğensin, daha da bonus, namım yürüsün. Madem herkesin gazetelerde köşe alacak imkanı yok, madem herkesin ünlü olacak imkanı yok, ama herkes yazmak, herkes bilinmek, herkes takdir edilmek istiyor, bırakınız yazsınlar. Yazsınlar ki ortaya başka Ajdar'lar çıkmasın.


Toplum sağlığı açısından blog faaliyetinin faydalı olduğuna inanıyorum ben. Hatta doktor olsam daha çok blogger, daha çok blogcu, daha çok sözlük yazardım güzel ve yalnız ülkeme. (nalet olsun ya adam bu lafın bu derece daşhak olacağını bilse söyler miydi acaba, "size iyilik yaramaz hayvanoğluhayvanlar" dese yeri)

bunları da bilelim

Related Posts with Thumbnails